Vulkadin de Tarık gibi Suada'ya bir görüşte âşık olmuştur. Aslında
üç genç ayrı kaderi paylaşır. Ortak kaderleri "bir görüşte aşk"tır.
Bu duygunun çaresizliğini bildiklerine göre birbirlerini anlamaları gerekmez
mi? Hiç biri bu olgunlukta değildir. Vulkadin, bencilik yapar. Ama fazla ileri
gitmez. Suada'nın yolunu keser. Sarılmak ister. Bir taraftan da diz çökmüş,
yalvarmaktadır. Suada da bencildir. Karşısındakinin neden böyle davrandığına
anlam veremez. Sonunda sinirlenir ve şöyle der. “Ben Tarık’ı seviyorum. Senin
gibi zavallı bir sürüngeni değil. Şu haline bak. Diz çökmüş, yerlerde sümüklü
böcek gibi kıvranıp duruyorsun. Seni sevmiyorum.” (s.34) Vulkadin, daha sonra Suada'ya defalarca tecavüz edecek ve şunu
diyecektir. “Şu haline bak, yerlerde sümüklü böcekler gibi kıvranıp
duruyorsun.” (s.176) Tecavüz sahneleri Türk filmlerindeki sahneleri hatırlatır.
Roman boyunca Sırpların, daha doğrusu Çentiklerin, (Sırplar için kullanılan argo sözcük) şarkılar eşliğinde, kahkaha atarak, tutsak kadınlara
tecavüz ettiklerini görürüz. Buna neden kadınların Türk ve Müslüman olmasıdır.
Savaşın en büyük nedeni olarak bu gösterilir.
Suada, bir gün Teyzesine sorar. “Müslüman olduğumuz için mi bizi yok etmek
isteyecekler?” diye. (s.47) Düşmanlığın asıl nedeni Teyze İfeta'ya göre, “Ezeli
kin”dir. (s.48) İfeta şöyle devam eder: “Çok yakın bir gelecekte Yugoslavya'nın
dağılmasıyla birlikte, yıllar önce bu topraklara ekilmiş ezeli kinler de
yeniden filizlenecek. Sırplar, 1. Kosova Savaşı’nın intikamını Boşnaklardan
almak isteyecekler. Yıllardır bunun hayaliyle yanıp tutuşuyorlar,” (s.48)
Suada’nın bu açıklamaya karşılığı “Biz Türk değiliz ki, Müslüman Boşnaklarız.”
(s.48) şeklinde olur. Teyze güler. “Sen
bu söylediklerini gel de Sırplara anlat bizi Slav ırkından değil de Türk
ırkından türediğimize inandırmaya çalışıyorlar,” (s.49) Bu cümleden anlaşılan
Bosnalı Müslümanların Slav olduğu mudur? Öyleyse, neden Sırplar Boşnakları Türk
ırkından olduklarına inandırmaya çalışıyor? Boşnaklar aslında kendilerini Türk
olarak görmüyor mu? Bunun böyle olmadığı karakterlerin diğer açıklamalarından
anlaşılıyor. Yoksa Türklükten çok
vurgulanmak istenen Müslümanlık mıdır? Burası karışık.
Savaşın nedeni Hristiyanlık, Müslümanlık çatışmasıyla,
Müslümanlar hep mağdur mu olmuştur? Şiddete şiddetle karşılık verilmemiş midir?
Roman bu konuya değinmiyor. Bazı olaylara Müslümanlar neden olsa da onlar hep
mağdur sayılıyor. Şu olay örneğin: Teyze, Suada'ya şöyle der: “Dün gece iki
Müslüman genç, bir düğün sırasında Sırpların üzerine ateş açmış. Sırp gelinin
babası olay yerinde ölmüş. Sırp askerlerde güya Müslüman terörizmine karşı
önlem almışlar bu gün.” Suada’nın buna yönelik verdiği cevap şu: “Bu çok saçma…
Münferit bir olay için koca şehir abluka altına mı alınırmış.” Bunun dışında
Müslümanlar da şöyle yaptı diye bir konu üzerinde durulmamaktadır. Belki de
düğünü basanlar ortalığı Sırplar lehine karıştırmak isteyen emperyalist güçlerdi.
Sırpları, Boşnaklara karşı kışkırtmak için bir bahane arıyorlardı. Romanda
böyle senaryolara girilmez. Savaşın nedeni tarihsel kindir, Hristiyanların Müslümanları
sevmemesidir.
Romandaki nefret söylemi, yalnızca Sırplara yönelik de değil.
Yahudiler de bu düşmanlıktan payını alır. Şehirde susuzluk başlayınca bir
şirket su satma işine girişmiştir. Şirket, nehrin suyunu arıtarak para kazanmaya
çalışmaktadır. İşi yapan kişi bir Yahudi’dir. Teyze acı acı gülerek “Şu Yahudi
milletini anlayamayacağım,” der. (s.150) Bu yolla Yahudilerin ne kadar para canlısı
olduğuna, âdete leş kargası gibi davrandıklarına gönderme yapılır. Herkes
birbirini boğarken birilerinin oraya su taşıması bile eleştiri konusu olur. Her
şey için sık sık "maşallah, inşallah, Allah razı olsun" diyen roman
karakterleri bu konu için olumlu bir şey düşünemez. Yahudilerin ne kadar
çıkarcı olduğu sonucuna varırlar. Bir şirket sahibi yüzünden bütün Yahudiler küçümsenmiş
olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder