Bu Blogda Ara

4 Ekim 2015 Pazar

Azra Kohen'in Fi Romanı Çıplak mı?

Bir psikiyatrist, basın üzerinden ne kadar etkili olabilir?  Can Manay, medyayı etkileyebilen bir siyasetçi gibi karşımıza çıkar. Özge, (Gazetecidir.)  Manay’ın hayatına dair önemli bilgilere sahiptir. Manay bunu anlayınca korkuya, kaygıya, rezil olacağım duygusuna kapılır.  Bu bilginin Özge'ye faturası işten çıkarılmak olacaktır. Bu yetmez. Bütün medya örgütlerine haber verilir. Özge, işten çıkarılır ve bir daha iş bulamaz. Bir psikiyatrist olan Can Mayan'ın medya üzerindeki gücünü gerçekten inanılmazdır. Siyasi bir gücü olduğu belli ancak bu güç nasıl kazanılmıştır bilemeyiz.
Ele alınan kişi Can Manay yerine Cemaat lideri, parti başkanı olsa en azından az gelişmiş demokrasilerde bu kişiler medyayı kontrol altına anılabiliyor deriz. Bir öğretim görevlisi medya üzerinde nasıl bu kadar etkili olabiliyor? Roman, toplumsal az gelişmişliğimize, demokrasimize gönderme yapıyor ama bunu yaparken aşırı dolan başlı bir kurguya başvuruyor. Basın dâhil, devletin bütün kurumlarını ele geçiren imamları görmüyor. Onun yerine çağdaş görünümlü Can Manay karakterini yaratıyor. Bir bilim insanı üzerinden eleştiri yapmayı (tespitte bulunmayı) tercih ediyor.
Devem edelim. Özge’nin Can Manay hakkında bildiği sır, nasıl bir sır? Gerçekten sır mı bu? Önce şunu soralım. Psikolojik tedavi görmek (Psikolojiyle uğraşan biri için) kötü bir şey midir? Psikologlar, psikiyatristler ruh sağlığını kaybedemezler mi? Kaybettikten sonra iyileşme hakları yok mudur? (Çocukken, gençken ya da daha sonraları...) Bu tedaviden utanmak mı gerekiyor? İnsanlar geçmişte gördükleri tedavilerden rahatsızlık mı duymalı?
O zaman şu soru geliyor akla. Psikolojik tedavi görmek bir insanı lekeler mi? Tedaviyi yapanlar kötü bir şeyi; utanç verici bir hastalığı iyileştirmekle mi uğraşmaktadırlar?  İyileşen hastalar daha sonra psikolog ya da psikiyatrist olamazlar mı? Olurlarsa ayıp mı olur? Böyle bir şey mümkün değil mi? Psikolojiyle uğranlar asla hasta (Danışan durumunda) olamazlar mı? İyileşmek için psikolojik ilaç kullanamazlar mı? Travma geçiremezler mi? Kendilerini kötü hissedemezler mi?
Bu sorular, ilk iki roman, (Fi ve Çi) üzerinden sorulmaktadır. Can Manay’ın sırrı denen konu ilk iki romanda sır gibi saklanır. Aslında Fi, Çi ve Pi (Not: İlk iki romandan sonra arkadaşlarımız Pi’yi inceleme gereği duymamıştır.) tek bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Romanlar kendi içlerinde bağımsız değil. Fi de başlatılan merak konusu Çi’de de devam etmektedir.
Okur şunu merak eder, Can Manay ve Eti denen psikiyatrist arasında geçmişte ne tür konuşmalar yapıldı? Can Manay, ruh sağlığını yitirdiği dönemde birini mi öldürdü? Konu tam buraya doğru ilerlerken kitap birden biter. Amaç sonraki kitabın satışını artırmaktır. Tıpkı dizilerde olduğu gibi…
Dizilerde de konu dışı bir sürü sahne çıkar karşımıza. Öyle ki, uzun dizilerde çoğu zaman karakter bütünlüğü bile bozulur. Kötü baba birden iyi baba olur. Anlayışsız koca, evlatlarına düşkün bir baba olarak kaşımıza çıkar. Acımasız katil daha sonra vicdanlı birine dönüştürülür. Aynı durum Fi’de de var. Güçlü Can Manay birden bire yerlerde sürünmeye başlar. İdealist Özge birden bire amaç değiştirir. Kısaca konu dağılır gider. Araya gereksiz konular sıkıştırılır. Uzun uzun cinsel birleşme sırasındaki ayrıntılardan söz edilir.  Özge’nin çıkardığı dergiler kaybolur. Nasıl kaybolduğu bilinmez. Derginin akıbetini araştırma çalışmalarına geniş yer verilir. Buna benzer ayrıntılarla roman genişler, sayfa sayısı artar. 
Daha sonra neler olur biliyorsunuz. Sırada yayınevinin kazanç çalışmaları vardır. Reklam şirketleriyle anlaşmalar yapılır. Kim kazanır? Aslında herkes kaybeder. Böyle bir çalışma ne yayıncıları, ne yazarları, ne de okurları büyütür. Herkes krala bakar. Kralın ne kadar muhteşem elbiseleri olduğunu söylerler. Oysa kral çıplaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder