Fİ ROMANINDA CAN MANAY KARAKTERİ
Fi romanının önemli karakterlerinden biri, Can Manay'dır...
Manay, tanınmış bir psikiyatrist. Öğretim üyesi. Yaygın olarak izlenen bir TV
kanalında program yapımcısı… Psikolojik
içerikli programlar yapar. Zengin, kısa boylu, bücür, çirkin bir adamdır. Özel
uçak bile almıştır. Yetenekli bir Kazanova'dır. Beğenip de yatağa atamayacağı
kadın yoktur. İstediği kadını elde
edemediğinde huzursuz olur. Amacına (Kadınları elde etme amacına) ulaşmak için
türlü planlar yapar. Bazı kadınlar kendiliğinden gelir. Kadınları kendisine
hayran bırakmıştır.
Lüks içinde yaşamayı sever. Yaşadığı ev hayranlık
uyandıracak kadar güzeldir. Ülkenin önemli şarkıcıları, sanatçılarıyla
yatmıştır. Sevgiye dayalı bir ilişki arayışı içinde değildir. Ruhsal bütünlüğe
değil, tensel güzelliğe önem verir. Kadın gördüğünde (Beğenmişse) aklına gelen
ilk şey yatmaktır. (Hemen erkekliği sertleşir) Romanın ilerleyen sayfalarında
hep buna benzer olaylara tanık oluruz. Manay için cinsellik hayatın amacı
gibidir. Bütün enerjisini bunun için harcar. Eğitimiyle, mesleğiyle bağdaşmayan
bir hayat sürer. Sözde bilim
adamıdır. Psikolojinin en iyi
uygulayıcılarındandır. Ancak kendine bir faydası olmaz. Psikolojiyi iş olarak
yapmaktadır. Kendini yetiştirmemiş, kişiliğini geliştirmemiştir. Bu bağlamda
(Okur açısından) sürekli rol yapan birine benzer. Dışarıya karşı güçlü, kendi
içinde zayıf biridir.
Bireysel gelişim, (Kendini gerçekleştirme, varoluş süreci)
üzerine ne kadar konuşursa konuşsun, ne kadar program (TV programı) yaparsa
yapsın, kurduğu cümlelerin hepsi havada kalır. Hayatına yansıyan herhangi bir
bilgi göremeyiz. Kendini gerçekleştirme basamağını çıkamayan, varoluş sürecini
gerçekleştiremeyen bir karakterdir. Mutsuzdur. Ne kadar çok kadınla birlikte
olursa o kadar iyi olacağını sanır. Umutsuzca bir değer (Dışsal değer)
arayışıdır bu. Kendi değerine kendisi de inanmamaktadır.
Bilinçaltı süreçte değersizlik duyguları yaşar. Değersizlik
duygusundan kurtulabilmeyi beğenilmekte (Çok beğenilmekte) bulur. Kendisiyle
(Hayat tarzıyla) herhangi bir hesaplaşma içinde girmez. Halinden memnun
görünür. Başkaları tarafından üstün insan sanılmak ona yetmektedir. Bu haliyle;
kendi hayatına uygulayamadığı psikoloji bilgisiyle zayıf bir karakterdir.
Duygusal dünyasında neler yaşadığını bilemiyoruz. Romanda bu konuya fazla yer
verilmez. Okudukça kötü bir karakter çıkar karşımıza. Kendisiyle hesaplaşan,
hayatını bizimle (okurla) paylaşan bir karakter değildir bu. İç dünyası kapalı
kalmıştır. Okurla paylaşılmamıştır.
CAN MANAY KARAKTERİNE DEVAM
Can Manay’ın durumunu biraz daha açalım. Roman'ın en önemli
karakteri Can Manay, televizyonda yaptığı programla (Vizyon Terapi Programı)
bir bakıma toplumu ruhsal açıdan iyileştirmeye çalışır. İnsanlara, kişilik gelişimi
konusunda bilgiler verir. Kendisini bu işe (Severek yaptığı bu işe) adamış
görünür. Ayrıca muayenehanesinde de hasta bakar. Psikolojik ilaçların gerekli
olduğunu düşünür. Bir psikiyatr olarak k görevini, lağım temizliği yapan işçinin durumuna benzetir.
Hastalarının beynine girdiğini onları pisliklerinden arındırdığını, unu bazen
ilaçla yapması gerektiğini söyler.
Buraya kadar Can Manay'ın iyi şeyler yapmaya çalıştığını
düşünebiliriz. Aslında roman, bunu düşünmemize izin vermez. Her fırsatta Manay'ın
ne kadar ikiyüzlü olduğundan söz eder. Medyatik biri olduğu için bir gazeteci
(Özge) Can Manay ’la röportaj yapmaya gider. Aslında röportajı yapacak olan
gazeteci rahatsızlanmıştır. Özge onun yerine bu söyleşiyi yapar. Magazin
ağırlıklı bir röportaj planlanmaktadır.
Manay, aynı zamanda aşırı derecede narsis biri olarak ele
alınır. Herkese tepeden bakan biridir. Özge'ye de öyle bakar. Gazetecinin
sorularını çok basit, bazen gereksiz ve saçma bulur. Bu durumdan rahatsız olan
Özge bir süre sonra başka sorular sormaya başlar. Daha aklı başında sorular
sorarak Manay'ı zorlar.
Sorularından biri de Manay'ın geçmişte psikolojik tedavi
gördüğüyle ilgilidir. Bu konu önemlidir. Manay hayranlarını ilgilendiren önemli
(oldukça önemli) bir sırdan söz edilecektir. Can Manay gibi birinin psikolojik
tedavi (İlaçla tedavi) görmesi ilginç haberdir. Manay da bir tarihte (Bu tarih
romanda yani ilk kitapta açıklanmaz) hastalanmış, tedavisini Eti adında bir
doktor yapmıştır. Eti, Manay'ın içindeki pislikleri (Olumsuz duyguları) ilaçla
tedavi etmek zorunda kalmıştır. Başarılı olmuş mudur? Hayır. Manay daha sonra
tekrar çöküşe geçecektir.
Manay'ın en önemli sırrı budur. Bu sırrın etrafında başka
sırlar da olduğu ima edilir. Roman boyunca
sır açıklanmaz. İkinci kitap olan Pi’de de açıklanmayacaktır. Söz konusu
sırrın, okuru romana bağlamak (diğer romanlara ilgi uyandırmak) için açıklanmadığı belli. Ancak bu durum okura, “bu kadar da olmaz”
dedirtmeye başlayacaktır. Araya
reklamlar girecektir. “Çatlama cesareti
gösteren tohumların cesaretine” ulaşmak için ikinci kitabı da okumak
gerekecektir. Ama yetmez. Sırada üçüncü kitap vardır. Kişisel gelişim romanın
bilgisini hayatınıza uygulayabilmek için üç kitabı da bitirmeniz istenecektir.
FOSEPTİK ÇUKURU BENZETMESİ
Romanda “fosseptik çukuru benzetmesi” ruhsal sorunları
nedeniyle doktora giden hastalar için kullanılıyor. Sonuçta bir romandan söz
ediyoruz. Tartışmaya gerek var mı? Bir roman karakteri istediğini söyler.
Doğrudur. Ne var ki bu durum, romanı tutarlılık yönünde ele almayı
gerektiriyor. Önce şu sorulara cevap arayalım: Roman karakteri kimdir; gerçek
hayatla ilişkilendirilmeleri gerekir mi? Hayatla uyumlu olmayan roman karakteri
olur mu? Elbette olur. Sanal ya da gerçek her türlü karakter romanda boy
gösterebilir. Buradaki –Karakter seçimindeki- amaç bir fikri daha iyi
anlatabilme çabasıdır. Fi de böyle bir çaba var mı? Yazar, yarattığı
karakterlerle neyi anlatmaya çalışıyor? Kitabın amacıyla (Yazarın açıkladığı
amaçla) romanın konusu örtüşüyor mu?
Romana konu olan bakış açısı bize neyi anlatmaktadır? Roman
metni, yazarın ne bildiğinin, neye önem verdiğinin de ipuçlarını veriyor.
Yazarı anlamanın en iyi yollarından biri de metin incelemesidir. Roman metni,
her zaman olmasa bile, genellikle yazarını, dünya algısı yönünden anlamamızı da
sağlar. Diyalog çözümlemeleri de bu bağlamda önem taşır. Karakter
konuşmalarının içeriği ne kadar zenginse romanın kalitesi de o oranda
artacaktır. Bu konuşmalar bazen karşımıza iç ses olarak çıkar.
Fi romanındaki karakterler neyi tartışmaktadır? İnsan
hayatının dramatik yanları mı, suya sabuna dokunmayan konuları mı ele
almaktadırlar? Can Manay'la devam edelim. Bir psikiyatrist olarak Can Manay,
bir söyleşide gazeteciye (Özge'ye) yaptığı işi,(Psikolojik danışma sürecini)
fosseptik çukuruna benzetir. Olabilir. Bir roman karakteri çıkar ve insanların
olumsuz duygularını (Hayatı zorlaştıran duyguları) fosseptik çukuruna
benzetebilir. Psikologların, psikiyatristlerin insanları pisliklerinden arındırdığını
söyleyebilir.
Romanda, bunun üzerinde (Fosseptik çukurunun üzerinde)
yeteri kadar durulmuyor. Söyleşi bitince
konu da kapanıyor. Okur, her şeyi bildiği için mi fazla açıklama yapılmıyor?
Yoksa bu düşünce doğru mu kabul ediliyor? Bunları bilmiyoruz. Bir çok şeyi
bilmiyoruz. Olumsuz duyguların fosseptik çukuru olup olmayacağını da
bilmiyoruz. Kimse bu görüşe karşı çıkmıyor. “Her şey gibi duygular da
karşıtlarıyla var olur” diyen olmuyor. İçimizde ne kadar olumlu duygu varsa bir
o kadar da olumsuz duygu var. Buna Diyalektik diyoruz. Kötü bir deneyim bazen
en iyi öğretmendir.
İnsan, nasıl ruh sağlığını kaybeder? Çocukluk yıllarında
yaşanan kötü deneyimlerden dolayı mı? Olumsuz anne babalardan da öğrendiğimiz
şeyler var. Ölümden, ölüm korkusundan, yaşadığımız işkencelerden, psikolojik
baskılardan öğrendiğimiz şeyler var. Önemli olan bu olumsuzluklardan ders
çıkarabilmemizdir. Bunlarla yaşamayı öğrenemediğimiz zaman sorunlu (Psikolojik
sorunlarıyla baş edemeyen kişiler haline geliriz.) Hiç bir psikolog ya da
psikiyatr içimizdeki olumsuz duyguları sıfırlayamaz. Sıfırladıklarında
yaratıcılığımızdan eser kalmayacaktır. Önemli olan sorunlarımızla nasıl
yaşayacağımızı öğrenmemizdir. Sorunların altında ezilmeyecek kadar güçlü bir
kişilik geliştirmemizdir. Psikologların görevi bizim adımıza içimizdeki
fosseptik çukurlarını temizlemek de değildir. İçimizde ne dert varsa yalnızca
onu görmemize yardımcı olmaları gerekir.
Buradan şu demek istiyorum. Bu sözlerin sahibi olan Can
Manay, ülkenin en önemli psikologlarından biridir. Hatta en önemlisidir.
Toplumun ruh sağlığıyla ilgilenen, konuşmalarıyla herkesi büyüleyen,
dinleyenleri kendine hayran bırakan, kadınların gözdesi olan, çok kazanan, çok
ünlenen psikiyatr bu mudur? Bu kadar tanınmak ve zengin olabilmek için ne yapmıştır? Aslında böyle bir psikiyatr yoktur. Ne biz de
ne de dünyada bir örneği vardır. Psikolojik tedavi yaparak kendine özel uçak
alabilen bir psikiyatr olsa olsa abartılı bir hayaldir. Mafya lideri kadar
zengin ve manyak bir psikiyatrdan söz edilmektedir. Ruh sağlığı işleriyle
uğraşan bir üniversite hocası. kendine özel uçak bile alabilen, kadın peşinde
koşan, parala herkesin satın alabileceğini düşünen dengesiz bir şarkıcı gibi
ele alınmıştır. Böyle türkücüler var. Mafya liderleri de var. Bilim dünyasında
böyle birine rastlayan oldu mu? O zaman soralım. Bu kadar abartmaya ne gerek
vardı?
ÇATLAMA CESARETİ GÖSTEREN TOHUM OLMAK
Roman, siyasetten nasıl etkileniyor? Neden roman
yazarlarının çoğu suya sabuna dokunmayan konular üzerinde duruyor? Can Manay
yerine sahte bir imam olsaydı daha gerçekçi olmaz mıydı? Neden bir bilim insana
bu kadar olumsuz özellik yüklenir? Toplum giderek bilimsellikten
uzaklaştırılırken buna ihtiyaç var mıydı? İmamları eleştirmek, bilim
insanlarını eleştirmekten daha mı zor? Toplumu (İçinde yaşadığımız ülkeyi)
psikologlar mı şekillendiriyor, imamlar mı? Bir bilim adamı da (Kuşkusuz)
kadını et parçası olarak görebilir ancak siyasal olarak kadını kim ya da kimler
üreme aracı (et parçaları) olarak görüyor, bunun için siyaset yapıyorlar? Neden
romanda bu konulara yer verilmiyor?
Bir bakıma sesli düşünüyoruz. Düşündüğümüz her şey doğru
olmayabilir. Yazar, nasıl kendi dünyasını, bakış açısını Fi romanı ile ortaya
koyduysa, bizde eleştirilerimizle kendi bakış açımızı dile getiriyoruz. Kızmaca
yok. 51 baskı yapmış bir romanı eleştirmek aslında kolay değil. Anlaşılan çok
fazla beğeneni var. Ya da bu konuda fikir öne süren çok az insan var. Değilse onların da ne düşündüklerini bilmeyi
isterdik. Hangi açıdan romanı beğeniyorlar? Romandaki iddia ile romanın içeriği
konusunda nasıl bir bağlantı kuruyorlar?
Devam edelim. Roman karakterine bakarak yazara dair elde
edebileceğimiz bilgiler var mıdır? Bir romanda ele alınan olaylar (Olaylardan
çıkardığımız bilgi… Hayata bakış açısı) yazarın düşünceleridir denebilir mi?
Bazı yazarlar (Edebiyatçılar) kendi bakış açılarının dışına çıkamazlar. Zor
olsa da bunu yapabilen yazarlar olduğunu biliyoruz. Tanımadığı yaşamları,
(Bilmediği olayları da...) iyi bir gözlemle (Araştırmayla) en iyi şekilde
anlatabilen yazarlar var. Nadir de olsa var. F romanı yazarın bildiği bir
dünyayı anlatıyor. Açıklamaları bu yönde… Okuyucunun bu dünyadan nasıl bir
mesaj çıkarması gerekiyor? Bu mesajı almadan hiç kimse “çatlama cesareti olan
tohumlara” dönüşemeyecektir.
Karakter seçimi –Karakter yaratma- neden önemlidir? Roman
karakterleri yazarın, dünya algısını daha iyi anlamamızı sağlar mı? Sağlamaya
da bilir? Roman, özgürlükçü, liberal
değerleri içselleştirmiş görünüyor. Romanda, devlet, derin devlet ilişkileri,
vahşi küresel düzenden de söz ediliyor. Ancak, konuşma içeriklerinde, bu
düzenin çok güçlü olduğu, değiştirilmesinin mümkün olamayacağı iması yapılıyor.
Bu konu, ana konu olarak değil, arada sırada ayrıntı olarak karşımıza çıkar.
Fi’den çok, Çi’de yer alır. Çi’de İnsanlar baskıcı düzene isyan etmiştir.
Aslında isyan edenler Gezi Parkı kitlesidir. Ne Gezi Parkı’ndan söz edilir, ne
de olayların detayına girilir. Neden? Gezi Parkı olaylarından söz etmek
ürkütücüdür de ondan mı? Roman, fincancı katırlarını ürkütmenin ne kadar kötü
sonuçlar doğuracağını biliyor. Bu yüzden de konuları, iktidarı rahatsız edecek
şekilde ele almamaya büyük özen gösteriyor. Soru şu: Herkes korkuyorsa bu
“tohumlar” nasıl çatlayacak?
Şu ima da romanda güçlü bir şekilde karşımıza çıkar. İsyancı
kalabalık üzerinden şu mesaj verilmektedir. Ne kadar haklı olursanız olun kurtulamazsınız
çünkü yenidünya düzeni ve onun işbirlikçileri çok güçlüdür. O zaman “tohum”
nasıl çatlayacaktır, kişisel gelişim nasıl gerçekleşecektir? Devlete kafa
tutanlar anında yok ediliyorsa, yenidünyanın kapıları nasıl aralanacaktır?
Kişisel gelişim önerisi olarak insanlara “sen bir tohum olarak kendi kendine
çatla” mı denmektedir? Zaten kendi kendine çatlayan herkes bu düzenden rahatsız
olmaktadır. Ve çoğu acı çekmektedir. Birlik olamadıklarından, örgütlü bir güce
dönüşemedikleri için acı çekmektedirler. Mutsuzluğun kaynağı, Bu “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya
hiç birimiz” anlayışının hayata geçirilememesidir.
Roman karakterlerin hemen hepsi teslimiyetçidir. Kadınlar
erkeklere (Kadın kimliğinden çok, cinsel kimliğiyle), erkekler düzene teslim olmuştur.
Deniz’i (Duru’nun sevgilisi olan Deniz’i) müzikte gösterdiği üstün başarı bile
kurtaramaz. Herkes düzenin çarkları arasında ezilip gitmektedir.
AZRA KOHEN’İN Fİ ROMANINDA PSİKOLİK TEDAVİ
Romanda anlatılan şeylerden biri de psikolojik tedavi
ortamının ne kadar kirlendiği midir? İnsanların ruh sağlığını tedavi etmek Can
Manay gibi psikiyatristlere kalmışsa psikolojik tedaviden vaz geçmek gerekecektir.
Elbette Can Manay bütün psikiyatristleri temsil etmez. Bir doktor kötüdür diye
bütün doktorları kötüleyemeyiz. Kötü bir doktorun en iyi doktormuş gibi ülke
çapında isim yapması da olacak işlerden değildir. Romanda, kendine çare
olamayan birinin topluma derman olma iddiası var. Buna inanmış büyük kalabalık
var. Can Manay’ı ünlü yapmış bir kalabalık..
Dünyada ya da bizde böyle psikiyatrılar var mı bilmiyoruz…
Ülkemiz psikoloji ortamında iyi şeyler olmadığı doğru. Psikolojik danışma
hizmetleri yetkin olmayan eller tarafından hızla kirletiliyor. Psikolojiyi para
kazanma kapısı olarak gören bir kesim, insanlara hap gibi çözümler öneriyor.
Kişiliğinizi en iyi biz geliştiririz diyorlar.
“Size koçluk yapalım” diyorlar. Ancak böyle içinizdeki pisliklerden
arınabilirsiniz diyorlar. İlaç tedavileri de bu kapsamda ele alınıyor. (İşini
iyi yapan danışmanları, doktorları bu kapsamın dışında tutarak söylüyoruz.)
Sanki ellerinde her derde deva “muskalar” var. Muska, bazen bir psikolog,
psikiyatr ya da bir kişisel gelişim kitabı olarak karşımıza çıkıyor.
"Çatlama cesareti gösteren tohum" mu olmak istiyorsun? O zaman Fi'yi
okuyacaksan. Oku şu kitabı hayatın değişsin diyorlar. Doğrudur. Bazı kitaplar
hayat değiştirir. Ancak, her insan kendi kitabını kendisi keşfeder. Herkesin
hayatını değiştirecek bir kitap henüz yazılmadı. Kutsal kitaplar bile bunu
başaramıyor.
Reklam dünyası, hayatımızı ne kadar kirlettiyse edebiyat
ortamını da o kadar kirletti. Bütün kitleyi (Toplumu) dönüştüreceği iddia
edilen kitaplardan söz edilir oldu. Öyle reklamlar yapılıyor ki, herkes o
kitabı (Okumasa bile) almak zorunda kalıyor. Tanıtımı yapılmış bir kitabı
okumamışsan entelektüel çevrenin dışında kalıyorsun. Böyle bir duyguya
kapılıyorsun. Ya da kendini sevmediğin bir kitabı, anlamadığın ya da
beğenmediğin bir kitabı, okurken buluyorsun. Bazen de alıyor ama okumuyorsun.
Biraz okuduktan sonra bırakıyorsun. Ya da elinde taşıyarak başkalarına hava
atmaya çalışıyorsun.
Bir romanda dile getirilen fikirler niye tartışma konusu
olsun ki? Edebiyatta her şey mümkün... Ancak Fi romanı nasıl bir edebiyat
yapıyor? Önce bu edebiyatı sorgulamamız gerekecek. Bu yazının amacı Can
Manay'la tartışmaya girmek değil. Asıl tartışmayı reklam dünyasıyla ve onun
sahte yazarlarıyla yapıyoruz biz. Reklam dünyası, Fi'nin "kişisel gelişim
romanı" olduğunu söylüyor. Yazar da bu yönde açıklamalar yapıyor.
Kitabın arka kapağında şöyle bir yazı var: "Fi,
deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın
yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma
hikâyeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak
ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır. Fi güzelliğin lanetlendiği,
zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen
bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır.
Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama
cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır. Bir kişiye duyulan aşktan daha
acımasız bir şey var mıdır?"
Demek ki neymiş; Fi romanı “kendi potansiyelini keşfetme
cesaretini gösterebilmiş” kişilere, “çatlama cesaretini gösterebilmiş
tohumlara” adanmıştır. Sen de bunlardan biri olmak istiyorsan bu kitabı
okuyacaksın. Oku ve gör. Biz de soruyoruz. "Çatlama cesaretini
gösterebilmek" bu romanın neresinde? Okurun, okuduğundan ne anlaması
gerektiği de reklamların konusu oldu.
Herkes ne alacaksa anlar, ne düşünürse düşünür. Daha önemli bir soru da
şu: “Kişisel gelişim romanı” başlığı altında bir roman yazılabilir mi? Böyle
bir tür var mıdır? Son on yıldır böyle bir konu gündeme geliyor. Bu güne kadar
yazılmış romanların yazılış amacı neydi? Neden bazı romanlar “kişisel gelişim”
iddiası üzerinden çok satmaya çalışıyor?
Fİ ROMANINDA KADININ ADI YOK
Roman kadını nasıl ele alıyor? Neden cinsel içerikli
anlatımlara bu kadar yer veriliyor? İş çevresindeki kadınların cinselliklerini
kullanarak para ya da mevki elde etmeye çalışmaları nasıl bir anlam taşır?
Roman, bu durumun kadınları nasıl mağdur ettiği üzerinde durmaz. Erkek
kültüründe kadın olmayı sorgulamaz. Kadınlara karşı gizli bir öfke var gibidir.
Kariyer basamaklarının cinsel cazibeleriyle çıkanlar uyanık kadınlardır.
Erkekleri kullanmayı bilen kişilerdir. Kadının bu duruma düşmesine kadının
çaresizliği olarak bakılmıyor. Karakter özelliği ya da yaşam biçimi gibi
gösteriliyor.
Aynı durumu, erkek egemen bakış açısıyla yazılan bütün
romanlarda görürüz. Bu romanlarda iki tür kadın vardı. İyi kadınlar ve kötü
kadınlar. İyi kadınlar evlenilecek kadınlardır. Kötü kadınlar iş kadını bile
olsalar cinsellikleriyle ele alınırlar. "Öteki kadın" (anlatılmayan
kadın) toplumsal değerlere karşı çıkar. Erkek kültürüne ve bu kültürün
yarattığı kadına itiraz eder. Okura, devrimci bir ruhla, yeni bir bakış açısı
sunar. Ne hayatta, ne de romanlarda genellikle bu tür kadınlara rastlamayız.
Bunu yapabilmek için feminist bir bakış açısına ihtiyaç var. Sosyalist bir
perece açılmadan böyle bir kadını yaratmak mümkün görünmüyor.
Fi romanı da (bir kadın tarafından yazılmış olsa bile) erkek
egemen kültürün bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Roman, kadına, erkek
gözüyle; erkek egemen kültürde yetişmiş bir erkeğin gözüyle, cinsel obje olarak
bakılıyor. Kadının güzelliğini, cinsel çekiciliğini her şeyin üstünde tutuyor.
"Fi" de bu anlama gelse gerek…
Fi ölçeği ile güzel sayılan kadınınlar, tam da erkeklerin arzu ettiği
gibidir. Romanın en önemli kadın karakteri olan Duru, fiziksel güzelliğiyle Can
Manay'ın ilgisini çekecektir.
Bu karakter üzerinden bakıldığında romandaki kadının kim
olduğunu daha iyi görebiliyoruz. Duru, neden Can Manya gibi son derece hain bir
karaktere kendini teslim ediyor? Buna neden, Can Manay'ın Duru'ya duyduğu aşırı
ilgi olmuştur. Bu ilgi Duru'nun hoşuna gider. Bir erkek tarafından bu kadar
arzu edilmeyi ilginç bir deneyim olarak algılar. Aynı zamanda güçlü erkek
arayışı içine girmiştir. Kıskanılmak ister. Gelenekçi kültürdeki bütün kadınlar
güçlü bir erkeğe –Maço da olsa güçlü birine- sığınmak ister ilkesi burada da
geçerli. Kültür bunu dayatıyor, Duru da bunu istiyor.
Duru, bildiğimiz (Her yerde gördüğümüz) bir kadın
karakterdir. Güçlü biri tarafından korunmayı arzu eder. Deniz, (Duru'nun
sevgilisi, nişanlısı...) Can Manay'la kıyaslandığında oldukça entelektüel biri.
Müzik dehası, üniversite hocası... Yakışıklı bir adam... Can Manay'sa oldukça
çirkin biri olarak anlatılır. Çirkin ama çekicidir... Erkek kültürüyle bakarsak
bu doğrudur. Erkeğin çirkini olmaz. Paralı ve güçlü olanı olur. Güzellik ya da
çirkinlik kadına özgüdür.
Can Manay'ın bir kadını elde etmek için kullandığı en önemli
silah bakışları olduğunu görüyoruz. Etkileyici bakışlara sahip olduğundan söz
edilir. Bunun yanında güzel bir konuşması vardır. Bu özelliklerini kullanarak
istediği kadını elde edebilmektedir. Daha önemlisi ekonomik gücüdür. Aslında bu
güç bütün yeteneklerinin üstündedir. "Kadınlar parası olan erkeği güçlü
bulur" anlayışı da erkek kültüründen geliyor. Çirkin psikiyatristin cinsel yönde de güçlü olduğu
anlatılmaktadır. Bu da romanda önemli yer tutar. Penisiyle baş edemeyen biri
vardır karşımızda. Vıcık vıcık cinsellik her fırsatta romana konu olur.
Can Manay, zaten oldukça zengin ve ünlüdür. Deniz'in de
durumu iyidir. Hiç bir şeyi yoksa bile üniversiteden maaş almaktadır. Tanınan,
besteleriyle büyük ilgi uyandıran bir müzik adamıdır. Yine de Duru'yu elinde
tutamaz. Can Manay'ın hünerli bakışları her şeyi alt üst eder. Duru büyülenmiş
gibi evi barkı terk eder, Can Manay'ın yatağına doğru, büyülenmişçesine yola
koyulur. Kendini yatakta bulur. Güzel bedenini Can Manay'ın güçlü erkekliğine
teslim eder. Manay'ın hiç aralıksız dört kez Duru'nun içine aktığından söz
edilir.
Fİ ROMANINDA KISKANÇLIK
Romana yapılan eleştiriden, 'roman, olumlu karakterleri
anlatır, doğru ilişkilerden söz eder' anlamı çıkmasın. Roman insanı
anlatmalı. Bir davranıştan öz
edildiğinde o davranışın nedenleri üzerinde de durulabilmeli. Örneğin, bir kadın
iş yerinde bedenini kullanmak zorunda kalıyorsa bu durum onun namussuzluğu
olarak görülüp kapatılmamalı. Karaktersiz insan yoktur. İnsanı bu duruma
sürükleyen koşullar vardı. Önemli olan insanın bu bütün içerisinde görerek
anlatabilmekte… "Şu adam, babasını bile dövecek kadar karaktersizdir"
dediğinizde aslında bir sürü hikâye ortaya çıkar. Hiç kimse dünyaya babasını
dövecek karakterle gelmez. Kadın, bedenini kullandırarak makam sahibi oluyor
dediğinizde de durum aynıdır. Her belirlemenin altında incelenmesi gereken
yaşantılar yer alır. Bu yapılmadığında insan derinlemesine anlatılmış
olmayacaktır.
Tekrar romana dönelim. Duru'nun Deniz'den uzaklaşmasının
nedeni Can Manay'dır. Bu yönelişin nedenleri üzerinde iyi durulmamıştır. Manay, kadın elde etme konusunda o kadar
yeteneklidir ki, sevgilisini Duru'nun gözünde küçük düşürmeyi başarır. Öyle ki
Duru artık öfke doludur. Denizden hiç hoşlanmamaya başlamıştır. Hipnoz gibi bir
durum ortaya çıkmıştır. Öfkeli olduğu bir
gün nişanlısı Deniz'i göğsünden ısırır. Dişleri kan içinde kalır. Burada da
abartılı bir anlatım var. Duru adeta delirmiştir. Ne yaptığını bilmez. Deniz,
sakinleştirmeye çalışırken o ısırmaya devam eder. Duru’nun saldırısının
arkasında Deniz'in kendisini kıskanmadığını düşüncesi vardır. Çünkü oda sıradan
bir kadındır. Tam da bu kültürün istediği gibidir. Her kadın kıskanılmayı ister
anlayışı ile büyümüştür. Yani Doğulu bir kadındır. Bedeni dans ederken ruhu bu
kültüre tutsak olmuştur. Kadın sorunun ne olduğunu bilmemektedir.
Gerçekten de kadınlar kıskanılmak mı ister? Hangi kadınlar
kıskanılmayı ve sahiplenilmeyi bu kadar çok istiyor? Sahiplenilmekten ne
anlıyorlar ve neden buna ihtiyaç duyuyorlar? Duru da böyle bir kadındır.
Kendine yeni bir sahip bulmuştur. Eski sahibini artık sevmemeye başlar. Birden
bire ve anlamsız bir şekilde olur bu… Entelektüel sevgilinin yerine,
entelektüel rolü oynayan, kadına değer vermeyen, kadını et yığını gibi gören
birini koymuştur. Deniz'in kokain kullandığı dile getirilse de bu aşırı bir
bağımlılık olarak ele alınmaz. Deniz’in
yaptığı besteler hayranlık uyandırmaktadır. Parmakla gösterilen bir müzisyen
olmuştur. Uyuşturucu bağımlılığı gündelik hayatını aksatacak seviyeye
ulaşmamıştır. Kokain kullandığı için Duru'yu ihmal etmek gibi bir durum söz
konusu değildir. Manay da arada bir kokain alır ancak bunu Deniz'i kokain
kullanmaya kışkırtmak için yapar. Böylece Deniz'i, Duru'nun gözünde
değersizleşmeyi başaracaktır.
Olay örgüsü (Romanın bütünündeki örgü) oldukça başarısızdır.
Duru'nun Manay'ı tercih etme sebebi yeteri kadar ayrıntılı ele alınmaz.
Manay'ın konuşarak oluşturduğu basit tuzaklar nasıl oluyor da Duru'yu Deniz'den
uzaklaştırıyor? Bu sürecin sonunda Duru sevgilisini vahşi bir köpek gibi
ısıracak, kendine gelemeyecek hatta hastahanelik olacaktır. İlerleyen günlerde
ise ne yaptığını, kimin koynuna gittiğini anlayamayacaktır. Manay, gizli
güçleri olan biri olsa bunu anlamak daha kolay olabilirdi. Romanda herhangi bir
büyüden söz edilmiyor. Manay’ın aşı psikiyatrist olması mı buna neden oluyor?
Ya da bütün bunlardan Manay’ın büyücü olduğu sonucunu mu çıkarmamız gerekir?
Duru gibi bir kadın,
Manay gibi birine nasıl âşık oluyor? Daha sonra bu adamın evinden kaçmaya,
canını kurtarmaya çalışacaktır. Duru’yu bu duruma sürükleyen nedenler nelerdi?
Sadece kıskanılmamak bu sorunu anlamamız için yeterli midir? Ki Manay, Duru'nun
da olduğu bir ortamda başka bir kadınla düzüşür. (Sevişmiyor, düzüşüyor). Genç
bir kadını, misafirlere aldırmadan evin lavabosunda götürüyor ve onunla ayakta
cinsel ilişkiye giriyor. Duru da bunu fark ediyor. Ortada bir aşk yok. Ne Duru
için var, ne de o kadın için. Aslında Manay'ın hayatında aşk diye bir şey yok,
tutku var, elde etme, becerme çabası var. Deniz daha romantik biri... Her
açıdan romantik biri... Sanat Merkezi açma hayali kuran biri. Can Manay, onun
bu hayalini kullanarak Duru'ya yaklaşıyor. Duru da onun malı olmayı kabul
ediyor.
Fİ ROMANI ÇIPLAK MI?
Bir psikiyatrist, basın üzerinden ne kadar etkili
olabilir? Can Manay, medyayı
etkileyebilen bir siyasetçi gibi karşımıza çıkar. Özge, (Gazetecidir.) Manay’ın hayatına dair önemli bilgilere
sahiptir. Manay bunu anlayınca korkuya, kaygıya, rezil olacağım duygusuna
kapılır. Bu bilginin Özge'ye faturası
işten çıkarılmak olacaktır. Bu yetmez. Bütün medya örgütlerine haber verilir.
Özge, işten çıkarılır ve bir daha iş bulamaz. Bir psikiyatrist olan Can
Mayan'ın medya üzerindeki gücünü gerçekten inanılmazdır. Siyasi bir gücü olduğu
belli ancak bu güç nasıl kazanılmıştır bilemeyiz.
Ele alınan kişi Can Manay yerine Cemaat lideri, parti
başkanı olsa en azından az gelişmiş demokrasilerde bu kişiler medyayı kontrol
altına anılabiliyor deriz. Bir öğretim görevlisi medya üzerinde nasıl bu kadar
etkili olabiliyor? Roman, toplumsal az gelişmişliğimize, demokrasimize gönderme
yapıyor ama bunu yaparken aşırı dolan başlı bir kurguya başvuruyor. Basın
dâhil, devletin bütün kurumlarını ele geçiren imamları görmüyor. Onun yerine
çağdaş görünümlü Can Manay karakterini yaratıyor. Bir bilim insanı üzerinden
eleştiri yapmayı (tespitte bulunmayı) tercih ediyor.
Devem edelim. Özge’nin Can Manay hakkında bildiği sır, nasıl
bir sır? Gerçekten sır mı bu? Önce şunu soralım. Psikolojik tedavi görmek
(Psikolojiyle uğraşan biri için) kötü bir şey midir? Psikologlar,
psikiyatristler ruh sağlığını kaybedemezler mi? Kaybettikten sonra iyileşme
hakları yok mudur? (Çocukken, gençken ya da daha sonraları...) Bu tedaviden
utanmak mı gerekiyor? İnsanlar geçmişte gördükleri tedavilerden rahatsızlık mı
duymalı?
O zaman şu soru geliyor akla. Psikolojik tedavi görmek bir
insanı lekeler mi? Tedaviyi yapanlar kötü bir şeyi; utanç verici bir hastalığı
iyileştirmekle mi uğraşmaktadırlar?
İyileşen hastalar daha sonra psikolog ya da psikiyatrist olamazlar mı?
Olurlarsa ayıp mı olur? Böyle bir şey mümkün değil mi? Psikolojiyle uğranlar
asla hasta (Danışan durumunda) olamazlar mı? İyileşmek için psikolojik ilaç
kullanamazlar mı? Travma geçiremezler mi? Kendilerini kötü hissedemezler mi?
Bu sorular, ilk iki roman, (Fi ve Çi) üzerinden
sorulmaktadır. Can Manay’ın sırrı denen konu ilk iki romanda sır gibi saklanır.
Aslında Fi, Çi ve Pi (Not: İlk iki romandan sonra arkadaşlarımız Pi’yi inceleme
gereği duymamıştır.) tek bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Romanlar kendi
içlerinde bağımsız değil. Fi de başlatılan merak konusu Çi’de de devam
etmektedir.
Okur şunu merak eder, Can Manay ve Eti denen psikiyatrist
arasında geçmişte ne tür konuşmalar yapıldı? Can Manay, ruh sağlığını yitirdiği
dönemde birini mi öldürdü? Konu tam buraya doğru ilerlerken kitap birden biter.
Amaç sonraki kitabın satışını artırmaktır. Tıpkı dizilerde olduğu gibi…
Dizilerde de konu dışı bir sürü sahne çıkar karşımıza. Öyle
ki, uzun dizilerde çoğu zaman karakter bütünlüğü bile bozulur. Kötü baba birden
iyi baba olur. Anlayışsız koca, evlatlarına düşkün bir baba olarak kaşımıza
çıkar. Acımasız katil daha sonra vicdanlı birine dönüştürülür. Aynı durum Fi’de
de var. Güçlü Can Manay birden bire yerlerde sürünmeye başlar. İdealist Özge
birden bire amaç değiştirir. Kısaca konu dağılır gider. Araya gereksiz konular
sıkıştırılır. Uzun uzun cinsel birleşme sırasındaki ayrıntılardan söz
edilir. Özge’nin çıkardığı dergiler
kaybolur. Nasıl kaybolduğu bilinmez. Derginin akıbetini araştırma çalışmalarına
geniş yer verilir. Buna benzer ayrıntılarla roman genişler, sayfa sayısı
artar.
Daha sonra neler olur biliyorsunuz. Sırada yayınevinin
kazanç çalışmaları vardır. Reklam şirketleriyle anlaşmalar yapılır. Kim kazanır?
Aslında herkes kaybeder. Böyle bir çalışma ne yayıncıları, ne yazarları, ne de
okurları büyütür. Herkes krala bakar. Kralın ne kadar muhteşem elbiseleri
olduğunu söylerler. Oysa kral çıplaktır.
Bir psikolojik danışmanlık ofisine sahip psikiyatristi ilk kez görüyorum, dizide can manav -aslında psikolog/psikiyatrist ya da psikolojik danışmanların asla yapmaması gereken- tavsiyeler veriyor, ekranda psikolojik danışmanlık yapıyor ki etik anlamda gizliliğe aykırı, çevresindeki insanlara sözde psikolojik destek sağlıyor bu da etik değil, saatlerce süren terapi olmaz bkz. Eti ile Duru'nun terapi seansı, psikoloji alanındaki uzmanlar 'anliyorum' demez yorum yapmaz ve bunun gibi birçok absurd durum var dizide. Bu konuda gerçekten kınıyorum, mesleğimizi yanlış yansıtıyorlar.
YanıtlaSil*Can Manay
YanıtlaSilcok roman okumam ama neden bilmiyorum bu seti 6 gundr bitirdim. Cumle akisi ve olaylarin sonu ilgi cekici geldi suan kitabi dusunuyorum da yukaridaki elestirmenle hem fikiriz. Tamam bazi seyler romanda okuyucaya birakilir bosluklar duygu bosluklari ama cogu yer abartilarak anlatilirken anlatilmasi gerekenler ustu kapali anlatilmis. Hem aklimdaki en buyuk soru isareti hastaneden baska kimlikle cikartilan birisi yani gercekten akli dengesi yoksa nasil ulkenin en zengin ve heryerde sozu gecen biri olmustur. Nasil can hapisteyken ona sahtecilikte yardim eden eti disarida duruyor. Ya da esi bilge hamileyken onun katil oldugunu bilipte onunla nasil tatile gidiyor komplo kurupta hapse attirirken ozleyecegini soyleyip hasta bir adama iyilesmesi icin kizini gostermiyor
YanıtlaSil