Popüler şiir nedir? Ünlü ama kalitesiz şiirlere “popüler
şiir” diyoruz. Ünlü ama kalitesiz müzikler, kalitesiz şarkıcılar, oyuncular
gibi… Ünlü ama kalitesiz romanlar gibi… Ünlü ama kalitesiz televizyon dizileri,
kalitesiz filmler gibi… Bu tür ürünlere sanat demek mümkün mü? Popüler, yoz
kültürün parçaları bunlar.
Bir çalışmanın sanat sayılabilmesi için zamandan zamana
aktarılması lazım. Plastik eşya gibi tüketilip bir kenara atılmaması lazım…
Sanat eseri her şeyden önce özgün olacak.
Yani tek olacak, kolay gibi görünecek ama bir benzerini yapmak imkânsız
olacak. Bir şeyin bir sürü benzeri varsa bunların geleceğe kalacağından söz
edemeyiz. Hele bekleyim, değerlendirmeyi zaman yapsın diyemeyiz. Zamanı
beklemeden de kalitesiz ürünün sanat olmadığını görmek mümkündür. Yani görünen
köye kılavuz aramaya gerek yoktur. Bir şeyin, bir sürü benzeri ortaya çıkmışsa
aslında o şey, ölü doğmuş demektir. Piyasa böyle şiirlerle, müziklerle,
dizilerle, sanatçılarla dolu…
Kahraman Tazeoğlu ’un şiirlerini de bu kapsamda ele
alabiliriz. Bir zamanlar araba yazıları vardı. O yazılar bu gün şekil
değiştirerek tekrar karşımıza çıktı. Yeni kuşak bilmez onlar için kısaca
hatırlatalım. İnternetin olmadığı zamanlarda da aforizmalar kullanılıyordu.
Aforizma sözcüğü o yıllarda yaygın bir sözcük değildi. Herkes kendi aforizmasını bulur arabasının
camına ya da kaportasına yazdırırdı. Hatta kimileri tabela astırırdı. Arkadan
gelenler kamyonların ya da otoların arkasındaki yazıları okuyarak yollarına
devam ederdi.
Bu yazıların çoğu arabesk şarkı sözlerinden alınıyordu.
Orhan Gencebay’ın, Müslüm Gürses’in ve diğerlerinin… Neler yoktu ki içlerinde.
Birkaç tanesini yazalım. “Ben doğarken ölmüşüm” “Batsın bu dünya, bitsin bu rüya,
aşksız geçen ömrüme yazıklar olsun, dolmamış çileler, yaşanmamış dertler, hasret
çeken gönül benim mi olsun?”, “İçiyorsam sebebi var, yarınımdan ümit mi var?”,
“Çok üzgünsün arkadaş, bir derdin mi var? Derdinden anlamayan sevgilin mi var?”,
“Bırakamam seni ben, yanımdan gidemezsin, seviyorsan benimle oturup içeceksin.”
Bu ve buna benzer yığınlarca mısra vardı.
Nasıl olduysa bir gün hükümet karar aldı. Bu yazıların
görüntü kirliliği oluşturduğu, hatta kazalara neden olduğu söylendi. Öyle bir
ilkellikti ki, bir yönüyle de acınacak bir durumdu. İnsanların kendini ifade
etmeye ihtiyacı vardı. Çileli hayatlarının, ümitsiz aşklarının bilinmesini
istiyorlardı. Bunu ancak bir şarkının dizeleri üzerinden dile
getirebiliyorlardı. Okuma alışkanlıkları yoktu, toplum bu yüzden gelişmiyor,
gelişemiyordu. Bu yüzden özgürlük alanları kısıtlanıyordu. Baskıcı bir ortamda
insanlar ancak bunlarla nefes alabiliyordu. Ne var ki ülkeyi yönetenler bir gün
“yeter!” dedi. Bu da yeter. İşin cılkı
çıkmıştı. Araç sürenler birbirlerinin mısralarını okurken kaza geçiriyormuş.
Bundan sonra kimse aracına yazı yazamayacak ya da asamayacaktı. Yazan olmadı
mı? Oldu. Yasağa rağmen bu ilginç paylaşım şekli bir süre daha devam etti.
Cezaların ardı arkası kesilmeyince herkes yazdığı yazıyı silmek zorunda kaldı.
Ne var ki bu özlü sözler ya da mısralar yok olmadı. Hemen
hepsi internet sayfalarına taşındı. Şimdi hangisini ararsanız bulursunuz.
Dahası da oldu. Bütün bunlara yenileri eklendi. Arabesk müzik eski önemini
kaybedince yerine başka şeyler geçti. Arabesktin yerini müzik eşliğinde okunan şiirler
aldı. Bir de arabesk rak ya da arabesk hipap diye bir şey çıktı. Bunlar, eskisi
kadar büyük bir kesime ulaşamadı ancak, yine de çok sattılar, müzik eşliğinde
okunan şiirlerle, şiir kitaplarıyla, romanlarıyla hayranlık kazandılar. Bu
şairlerden biri de Kahraman Tazeoğlu oldu.
Tazeoğlu’nun sözleri ile arabesk müziklerin sözlerini
karşılaştıralım: “Bir anlamım olmalıydı senin için. Böyle sebepsiz gitmemeliydin.
Sahi ben senin için neydim”, “Ben sana aşktan yapılma bir daldım ama sen bana
hep düşerken sarıldın”, “Kalbimi çok kırdın. Dilerim Allahtan kırdığın yerden
kırılırsın! Umarım sebep olduğun yangınla ben de yakmam başkalarını”,
“Gittiğimi çok sonra anlayacaksın. Şimdi uğurluyorsan, sende kalan yanlarıma
güvendiğin içindir” Bu dizeler öyle tuttu ki sosyal medyada paylaşım rekorları
kırmaya başladı. Kısaca yeni “kamyon yazıları” ortaya çıktı.
Neden daha nitelikli şiirlerin, dizelerin, bu kadar alıcısı
olmadı. Mesela şu sözler Tazeoğlu’nun dizeleri kadar okunmadı ve paylaşılmadı. “Laleli'den dünyaya doğru giden bir
tramvaydayız. Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun. Ama nasıl oluyor sen
yüreğimi eller ellemez, sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor. Bütün kara
parçalarında… Afrika dahil….” Ya da şu: “Belki
bu kadar sevmezdik birbirimizi, uzaktan seyretmeseydik ruhunu birbirimizin…”, ya da şu: “O sahibinin sesi gramofonlarda
çalınan şey, incecik melankolisiymiş yalnızlığının. İntihar karası bir faytona
binmiş geçerken ablam, caddelerinden ölümler aşkı pera'nın” Bu şiir özellikle
önemli. O yıllar, (şimdi bile) ablalarımızın intihar yıllarıydı. Anelelerimizi,
ablalarımızı, kızlarımızı sevdiği adamlara vermiyorlardı. Ablalarımız hala “ölümler
aşkı Anadolu’nun” caddelerinde ölmeye, öldürülmeye, intihar etmeye devam
etmektedir.
Son söz olarak şunu diyelim; popüler şiir derine inemez.
Toplumsal meseleyi derinden gözleyemez. O sadece içi boş sözcüklerle, kelime
cambazlığı yaparak aşkı tarif etmeye çalışır. Kavuşamamanın acısından dem
vurur. Terk edilmekten yakınır. Terk edenin vefasızlığından, insafsızlığından
söz eder. Her şeyi kendine yontar. Karşı taraf hep suçlu, konuşan taraf hep
haklıdır.
Herkes de kendini haklı olanın yerine koyar. Kadın ve erkek
herkes aynı şeyi yapar. Aşkı bilen, insan olan, hayırsızlık yapmayan hep
konuşan taraftır. Öteki, hep suçlanan hiç konuşamaz. Diğer tarafta kim var diye
sorulmaz bile. Aslında, konuşan da suçlanan da hep aynı kişidir. Sadece
aynaya bakmayı bilmezler.İyi şiir aynaya bakmayı da bilendir. İyi şiir suçlayan değil, ortak acıyı anlamaya çalışandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder