Bu Blogda Ara

9 Ekim 2015 Cuma

Popüler Şiirin Tanınan Şairi Kahraman Tazeoğlu Üzerine

Popüler şiir nedir? Ünlü ama kalitesiz şiirlere “popüler şiir” diyoruz. Ünlü ama kalitesiz müzikler, kalitesiz şarkıcılar, oyuncular gibi… Ünlü ama kalitesiz romanlar gibi… Ünlü ama kalitesiz televizyon dizileri, kalitesiz filmler gibi… Bu tür ürünlere sanat demek mümkün mü? Popüler, yoz kültürün parçaları bunlar.
Bir çalışmanın sanat sayılabilmesi için zamandan zamana aktarılması lazım. Plastik eşya gibi tüketilip bir kenara atılmaması lazım… Sanat eseri her şeyden önce özgün olacak.  Yani tek olacak, kolay gibi görünecek ama bir benzerini yapmak imkânsız olacak. Bir şeyin bir sürü benzeri varsa bunların geleceğe kalacağından söz edemeyiz. Hele bekleyim, değerlendirmeyi zaman yapsın diyemeyiz. Zamanı beklemeden de kalitesiz ürünün sanat olmadığını görmek mümkündür. Yani görünen köye kılavuz aramaya gerek yoktur. Bir şeyin, bir sürü benzeri ortaya çıkmışsa aslında o şey, ölü doğmuş demektir. Piyasa böyle şiirlerle, müziklerle, dizilerle, sanatçılarla dolu…
Kahraman Tazeoğlu ’un şiirlerini de bu kapsamda ele alabiliriz. Bir zamanlar araba yazıları vardı. O yazılar bu gün şekil değiştirerek tekrar karşımıza çıktı. Yeni kuşak bilmez onlar için kısaca hatırlatalım. İnternetin olmadığı zamanlarda da aforizmalar kullanılıyordu. Aforizma sözcüğü o yıllarda yaygın bir sözcük değildi.  Herkes kendi aforizmasını bulur arabasının camına ya da kaportasına yazdırırdı. Hatta kimileri tabela astırırdı. Arkadan gelenler kamyonların ya da otoların arkasındaki yazıları okuyarak yollarına devam ederdi.
Bu yazıların çoğu arabesk şarkı sözlerinden alınıyordu. Orhan Gencebay’ın, Müslüm Gürses’in ve diğerlerinin… Neler yoktu ki içlerinde. Birkaç tanesini yazalım. “Ben doğarken ölmüşüm” “Batsın bu dünya, bitsin bu rüya, aşksız geçen ömrüme yazıklar olsun, dolmamış çileler, yaşanmamış dertler, hasret çeken gönül benim mi olsun?”, “İçiyorsam sebebi var, yarınımdan ümit mi var?”, “Çok üzgünsün arkadaş, bir derdin mi var? Derdinden anlamayan sevgilin mi var?”, “Bırakamam seni ben, yanımdan gidemezsin, seviyorsan benimle oturup içeceksin.” Bu ve buna benzer yığınlarca mısra vardı.
Nasıl olduysa bir gün hükümet karar aldı. Bu yazıların görüntü kirliliği oluşturduğu, hatta kazalara neden olduğu söylendi. Öyle bir ilkellikti ki, bir yönüyle de acınacak bir durumdu. İnsanların kendini ifade etmeye ihtiyacı vardı. Çileli hayatlarının, ümitsiz aşklarının bilinmesini istiyorlardı. Bunu ancak bir şarkının dizeleri üzerinden dile getirebiliyorlardı. Okuma alışkanlıkları yoktu, toplum bu yüzden gelişmiyor, gelişemiyordu. Bu yüzden özgürlük alanları kısıtlanıyordu. Baskıcı bir ortamda insanlar ancak bunlarla nefes alabiliyordu. Ne var ki ülkeyi yönetenler bir gün “yeter!” dedi.  Bu da yeter. İşin cılkı çıkmıştı. Araç sürenler birbirlerinin mısralarını okurken kaza geçiriyormuş. Bundan sonra kimse aracına yazı yazamayacak ya da asamayacaktı. Yazan olmadı mı? Oldu. Yasağa rağmen bu ilginç paylaşım şekli bir süre daha devam etti. Cezaların ardı arkası kesilmeyince herkes yazdığı yazıyı silmek zorunda kaldı.
Ne var ki bu özlü sözler ya da mısralar yok olmadı. Hemen hepsi internet sayfalarına taşındı. Şimdi hangisini ararsanız bulursunuz. Dahası da oldu. Bütün bunlara yenileri eklendi. Arabesk müzik eski önemini kaybedince yerine başka şeyler geçti. Arabesktin yerini müzik eşliğinde okunan şiirler aldı. Bir de arabesk rak ya da arabesk hipap diye bir şey çıktı. Bunlar, eskisi kadar büyük bir kesime ulaşamadı ancak, yine de çok sattılar, müzik eşliğinde okunan şiirlerle, şiir kitaplarıyla, romanlarıyla hayranlık kazandılar. Bu şairlerden biri de Kahraman Tazeoğlu oldu.
Tazeoğlu’nun sözleri ile arabesk müziklerin sözlerini karşılaştıralım: “Bir anlamım olmalıydı senin için. Böyle sebepsiz gitmemeliydin. Sahi ben senin için neydim”, “Ben sana aşktan yapılma bir daldım ama sen bana hep düşerken sarıldın”, “Kalbimi çok kırdın. Dilerim Allahtan kırdığın yerden kırılırsın! Umarım sebep olduğun yangınla ben de yakmam başkalarını”, “Gittiğimi çok sonra anlayacaksın. Şimdi uğurluyorsan, sende kalan yanlarıma güvendiğin içindir” Bu dizeler öyle tuttu ki sosyal medyada paylaşım rekorları kırmaya başladı. Kısaca yeni “kamyon yazıları” ortaya çıktı.
Neden daha nitelikli şiirlerin, dizelerin, bu kadar alıcısı olmadı. Mesela şu sözler Tazeoğlu’nun dizeleri kadar okunmadı ve paylaşılmadı.  “Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız. Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun. Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez, sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor. Bütün kara parçalarında… Afrika dahil….”  Ya da şu: “Belki bu kadar sevmezdik birbirimizi, uzaktan seyretmeseydik ruhunu birbirimizin…”,  ya da şu: “O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey, incecik melankolisiymiş yalnızlığının. İntihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam, caddelerinden ölümler aşkı pera'nın” Bu şiir özellikle önemli. O yıllar, (şimdi bile) ablalarımızın intihar yıllarıydı. Anelelerimizi, ablalarımızı, kızlarımızı sevdiği adamlara vermiyorlardı. Ablalarımız hala “ölümler aşkı Anadolu’nun” caddelerinde ölmeye, öldürülmeye, intihar etmeye devam etmektedir.
Son söz olarak şunu diyelim; popüler şiir derine inemez. Toplumsal meseleyi derinden gözleyemez. O sadece içi boş sözcüklerle, kelime cambazlığı yaparak aşkı tarif etmeye çalışır. Kavuşamamanın acısından dem vurur. Terk edilmekten yakınır. Terk edenin vefasızlığından, insafsızlığından söz eder. Her şeyi kendine yontar. Karşı taraf hep suçlu, konuşan taraf hep haklıdır.
Herkes de kendini haklı olanın yerine koyar. Kadın ve erkek herkes aynı şeyi yapar. Aşkı bilen, insan olan, hayırsızlık yapmayan hep konuşan taraftır. Öteki, hep suçlanan hiç konuşamaz. Diğer tarafta kim var diye sorulmaz bile. Aslında, konuşan da suçlanan da hep aynı kişidir. Sadece aynaya bakmayı bilmezler.
İyi şiir aynaya bakmayı da bilendir. İyi şiir suçlayan değil, ortak acıyı anlamaya çalışandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder