Bu Blogda Ara

1 Ekim 2015 Perşembe

İNCİR KUŞLARI ROMANINDA NAMUS ANLAYIŞI

Namus konusuna geçmeden önce, romanın adı nereden geliyor ona bakalım. İncir Kuşu, inciri ve incir ağacını seven bir kuş türü olsa gerek. Savaş sırasında bombalar incir ağacına düşünce bu kuşlar da ölür. Bir anne çoğunun parçalanan ölüsüyle birlikte incir kuşlarını da torbaya doldurmaktadır. Biri sorar, kuşları niye topluyorsun diye.  Annenin cevabı “onlar da benim evlatlarım” şeklinde olur. 
Suada, romanın ilerleyen sayfalarında,  tutsak olduğu bir gün, pencereye gelen bir incir kuşuyla konuşur. Kuşa şunu söyler. “Ne olur tutsak düşmüşlüğüm yüzünden beni hor görme.”(s.204) “Tutsak düşmüşlüğüm” ne demek? “Tutsak alındığım için” olması gerekmez mi?
Daha önemli olan şu... Kuş, neden bir insanı hor görsün. Tutsak bir kadın bir kuş görünce bunu mu hisseder?  Yoksa, özgürlüğün ne kadar güzel olduğunu mu? Ya da savaşın kuşlar için bile ölüm demek olduğunu mu? Buradan şunu anlıyoruz. Suada karakteri, iç görü bakımından dış odaklı birdir. Bütünün hayatı dışarıdan kendisine empoze edilen değerler üzerine kurulmuştur.
Bu değerlerden biri de namus olduğunu görüyoruz. Namus nedir? Tecavüz namusu lekeler mi? Tecavüzle incinen şey namus mudur, insanlık onuru mudur? Cinsel şiddet, aslında insanın onuruna yönelmiş bir saldırı değil midir? Tecavüze uğrayan bir kadının aklına ilk olarak nede namusunun lekelenmiş olduğu gelir? Çünkü kadın maldır, değeri, kaç erkekle birlikte olup olmadığıyla ölçülür.  Tecavüze uğrası bile kirlenir.
Buradan erkek kültürüne gelmek istiyorum. Bu kültürde kadın, insan olmaktan çıkıyor. Bir erkeğin malı olarak ele alınıyor. Kadınlar da bu değerleri içselleştiriyor. Bu yüzden kadının aklına, tecavüze uğradığında her şeyden önce, erkeklerin (toplumun) kendisine nasıl bakacağı geliyor. Kim tecavüze uğramış kadını eş olarak kabul eder ki?  Kadınsan yalnızca namusunu kaybetmez, geleceğini de kaybedersin.
Örneğin. Vulkadin’in tecavüzünden sonra Suada şöyle düşünüyor. “Alnıma sürülen bu leke ile nasıl yaşayacaktım? Tarık bu gerçeği öğrendiği zaman acaba beni hala sevebilecek miydi? Yaksa o da diğer erkeklerin benzer durumlar karşısında yaptıkları gibi terk edip beni kaderimle baş başa mı bırakacaktı? Bu endişelerim altüst olmuş dünyamı daha da derinden sarstı.” (s.185)
Devam edelim. Suada benzer kaygıları, İncir Kuşu ile konuşurken de dile getirir. Şunları okuruz. “Kim bilir savaş bittiğinde ne olacak? Ya Tarık! Beni bugünlerde en çok düşündüren şey de onun hayatımdaki varlığı. (Bosna’nın hali ne olacak. Bunu düşünmez. O kadar katliam ve tecavüz yaraları nasıl sarılacak? Bunu da düşünmez. Tarık’ı düşünür. Varsa yoksa namusunu düşünür.”(s.205) “Bir gün onunla tekrar karşılaşırsam, bu utanç dolu gözlerimle onun gözlerine nasıl bakacağım? Beni bu halimle yine sever mi acaba? Ya ben! O beni bu halimle sevse de onun tenime dokunmasına nasıl izin vereceğim?... Evet, güzel incir kuşu… (…) Vukadin tutsak bedenimin efendisi oldu. Beni kendine bir yosma yaptı,” der. (s.205) Buradan anlıyoruz ki, Suada’nın kendini suçlaması için erkeğe gerek kalmamıştır. O, erkek bakış açısını (otokontrol olarak) kendi içinde taşır.
Başka bir sayda Suada şöyle devam eder. “Tarık’ın hayatta olup olmadığını çok merak etmeme rağmen artık kendimi ona ait hissetmiyorum.”  (s.207) Bir insan neden birine ait olsun? Bunun nedeni Suada’nın yetiştiği kültürdür. Önemli bir soru da şu. Acaba Bosna kültürü, Doğu kültürüne ne kadar benzemektedir. Bosnalı bir kadın olan Suada karakteri gerçekten Bosnalı bir kadın gibi düşünebilmekte midir? Bu da ayrı bir konu. 

Romanın sonunda Tarık’la Suada’nın evlendiğini görürüz. Aslında sözü edilenlerin hiç biri gerçek olmamıştır. Roman, Tarık’ın namus sorununa nasıl baktığını anlatmaz. Bu konu karanlıkta… Roman birden bire buraları atlayarak Suada’nın evlenip bir çocuk sahibi olduğu konusuna geçiyor. Çocuk tecavüz sonucu mu oldu? Yoksa Tarık’tan mı dünyaya geldi? Okura bu konuda bilgi aktarılmaz. (Böyle bir konu ayrıca bir roman olurdu. Neyse…) Romanın sonunda Sadece Suada’nın anne olduğunu anlayabiliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder