Namus konusuna geçmeden önce, romanın adı nereden geliyor
ona bakalım. İncir Kuşu, inciri ve incir ağacını seven bir kuş türü olsa gerek.
Savaş sırasında bombalar incir ağacına düşünce bu kuşlar da ölür. Bir anne
çoğunun parçalanan ölüsüyle birlikte incir kuşlarını da torbaya doldurmaktadır.
Biri sorar, kuşları niye topluyorsun diye.
Annenin cevabı “onlar da benim evlatlarım” şeklinde olur.
Suada, romanın ilerleyen sayfalarında, tutsak olduğu bir gün, pencereye gelen bir
incir kuşuyla konuşur. Kuşa şunu söyler. “Ne olur tutsak düşmüşlüğüm yüzünden
beni hor görme.”(s.204) “Tutsak düşmüşlüğüm” ne demek? “Tutsak alındığım için”
olması gerekmez mi?
Daha önemli olan şu... Kuş, neden bir insanı hor görsün.
Tutsak bir kadın bir kuş görünce bunu mu hisseder? Yoksa, özgürlüğün ne kadar güzel olduğunu mu?
Ya da savaşın kuşlar için bile ölüm demek olduğunu mu? Buradan şunu anlıyoruz.
Suada karakteri, iç görü bakımından dış odaklı birdir. Bütünün hayatı dışarıdan
kendisine empoze edilen değerler üzerine kurulmuştur.
Bu değerlerden biri de namus olduğunu görüyoruz. Namus
nedir? Tecavüz namusu lekeler mi? Tecavüzle incinen şey namus mudur, insanlık
onuru mudur? Cinsel şiddet, aslında insanın onuruna yönelmiş bir saldırı değil
midir? Tecavüze uğrayan bir kadının aklına ilk olarak nede namusunun lekelenmiş
olduğu gelir? Çünkü kadın maldır, değeri, kaç erkekle birlikte olup olmadığıyla
ölçülür. Tecavüze uğrası bile kirlenir.
Buradan erkek kültürüne gelmek istiyorum. Bu kültürde kadın,
insan olmaktan çıkıyor. Bir erkeğin malı olarak ele alınıyor. Kadınlar da bu
değerleri içselleştiriyor. Bu yüzden kadının aklına, tecavüze uğradığında her
şeyden önce, erkeklerin (toplumun) kendisine nasıl bakacağı geliyor. Kim
tecavüze uğramış kadını eş olarak kabul eder ki? Kadınsan yalnızca namusunu kaybetmez,
geleceğini de kaybedersin.
Örneğin. Vulkadin’in tecavüzünden sonra Suada şöyle
düşünüyor. “Alnıma sürülen bu leke ile nasıl yaşayacaktım? Tarık bu gerçeği
öğrendiği zaman acaba beni hala sevebilecek miydi? Yaksa o da diğer erkeklerin
benzer durumlar karşısında yaptıkları gibi terk edip beni kaderimle baş başa mı
bırakacaktı? Bu endişelerim altüst olmuş dünyamı daha da derinden sarstı.”
(s.185)
Devam edelim. Suada benzer kaygıları, İncir Kuşu ile
konuşurken de dile getirir. Şunları okuruz. “Kim bilir savaş bittiğinde ne
olacak? Ya Tarık! Beni bugünlerde en çok düşündüren şey de onun hayatımdaki
varlığı. (Bosna’nın hali ne olacak. Bunu düşünmez. O kadar katliam ve tecavüz
yaraları nasıl sarılacak? Bunu da düşünmez. Tarık’ı düşünür. Varsa yoksa
namusunu düşünür.”(s.205) “Bir gün onunla tekrar karşılaşırsam, bu utanç dolu
gözlerimle onun gözlerine nasıl bakacağım? Beni bu halimle yine sever mi acaba?
Ya ben! O beni bu halimle sevse de onun tenime dokunmasına nasıl izin
vereceğim?... Evet, güzel incir kuşu… (…) Vukadin tutsak bedenimin efendisi
oldu. Beni kendine bir yosma yaptı,” der. (s.205) Buradan anlıyoruz ki,
Suada’nın kendini suçlaması için erkeğe gerek kalmamıştır. O, erkek bakış
açısını (otokontrol olarak) kendi içinde taşır.
Başka bir sayda Suada şöyle devam eder. “Tarık’ın hayatta
olup olmadığını çok merak etmeme rağmen artık kendimi ona ait
hissetmiyorum.” (s.207) Bir insan neden
birine ait olsun? Bunun nedeni Suada’nın yetiştiği kültürdür. Önemli bir soru
da şu. Acaba Bosna kültürü, Doğu kültürüne ne kadar benzemektedir. Bosnalı bir
kadın olan Suada karakteri gerçekten Bosnalı bir kadın gibi düşünebilmekte
midir? Bu da ayrı bir konu.
Romanın sonunda Tarık’la Suada’nın evlendiğini görürüz.
Aslında sözü edilenlerin hiç biri gerçek olmamıştır. Roman, Tarık’ın namus
sorununa nasıl baktığını anlatmaz. Bu konu karanlıkta… Roman birden bire
buraları atlayarak Suada’nın evlenip bir çocuk sahibi olduğu konusuna geçiyor.
Çocuk tecavüz sonucu mu oldu? Yoksa Tarık’tan mı dünyaya geldi? Okura bu konuda
bilgi aktarılmaz. (Böyle bir konu ayrıca bir roman olurdu. Neyse…) Romanın
sonunda Sadece Suada’nın anne olduğunu anlayabiliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder