Sanatın bir amacı da eğitim midir? Yoksa sanat yalnızca
sanat için midir? Romanların kişilik gelişim sürecine katkısı var mıdır? Kadın
erkek ilişkilerini düzenlemede sanattan yararlanmak mümkün müdür? Bu sorulara
farklı cevaplar verilebilir. Kadın erkek ilişkileri yönünden İncir Kuşlarına bakalım.
Romandaki kadın karakterlerin erkekleri ele alış şekillerinde önemli bir sorun
var. Gençler bu karakterlerden etkileniyorsa umut ışığımız azalacak demektir.
Teyze’nin şu cümleleri örneğin: “Erkekler nankördür Suada. Onlar için boş yere
ışıklarımızı harcıyoruz. Gündüz onların yanında yanan bir ışık olduğumuzu
göremiyorlar. İlla ki gece yatakta yanıp sönen fosforlu orospuların ışıklarını
görecekler. Erkekler iyi niyetimizi hep kullandılar. Kullanmaya da devam
ediyorlar. Sen de kendine dikkat et, daha toysun.” Bu sözlerle yetişen biri,
erkekleri nasıl tanıyacak? Karşı cinsi
bu şekilde değerlendiren Teyze, on sekiz yaşındaki Suada’ya annesinden daha
yakındır. Suada bunu teyzesine şu şekilde ifade eder: “Bana neredeyse annemden
bile daha yakınsın.” (s.108) Teyze’nin
cevabı da şöyle olur. “Şşşt. Bu sözleri ablam duymasın. Öldürür beni”
Bu tutum, (erkekler genellemesi) kadın davranışı olarak
romana damga vurmuştur. Aynı bakış açısı birçok yerde karşımıza çıkar. Suada,
Vulkadin’in kendisine olan aşkında söz edince teyze şöyle der. “Ah aptal
erkekler… Bu kokuşmuş türlerin hepsi böyle işte. Bir kadını elde edene kadar
ağız isali, o kadını elde ettikten sonra da kabız herifin deki olurlar.
Tehlikeli arzularını, dil şaklabanı bu oğlan aşk zannediyor galiba” (s.37)
Aşkın ne olduğu konusu da oldukça karışıktır. Diyelim âşık
oldun, evlendin. Evlendiğin kişiye nasıl davranacaksın? Teyze bunu şaka yollu
şöyle ifade edecektir. “Sırtına bindiğin tayı şimdiden kırbaçlamazsan, günü
geldiğinde o da seni sırtından kaldırıp atabilir. Erkeklerin tercih ettiği
öteki kadınlara bir bak Suada. Hiç kendine sordun mu? Erkekler bu tür kadınları
neden el üstünde tutuyorlar. Ben bu sorunun cevabını buldum. Çünkü erkekler
hayatı yokuşa süren kadınlara tapıyor. Onlar için adeta deliriyorlar” (s.38)
Suada'nın ablası Edine de aynı şeyi nişanlısı için düşünür:
“Ben ondan çekeceğime, o benden çeksin. İfeta Teyzemi görmüyor musun? İki kez nişanlandı.
İkisinde de erkekler onu yüz üstü bırakıp gittiler. Sen aşktan ne anlarsın ki
zaten” (s.43) Aşktan anlamak buysa, anlamamak nasıl oluyor? Doğru aşk için de
bazı özellikler olduğu belirtilir. Farklı kültürlerden insanların birbirlerine
aşık olması mümkün müdür? Bunu, Suada'nın Tarık için söylediği şu sözlerden
anlayabiliriz. Suada Tarık ile ilgili
teyzesine şu bilgiyi verir. “Annesi Hristiyan olabilir ama babası Müslüman. Hiç
merak etme sen, çocuk sünnetli zaten” (s.44) Bunlar olmadığında, evliliğe
gidecek olan bu beraberliğe izin verilmeyecektir.
Oysa Tarık'ın annesi Duşanka (Hem Sırp, hem Hristiyan'dır.)
Müslüman bir adamla evlenebilmiştir. Kocasının sünnetli ve Müslüman olması
sorun olmamıştır. Sorun, Müslüman kocanın, bir öğrenciyle aşk yaşamış olmasıdır.
"Erkek kadına ne için gereklidir?" sorusu da romanda önemli yer
tutuyor. Buna soruya verilen cevap “Çocuk için”dir. Kuaför kadın “İnşallah yarabbim tez bir vakitte
bize de bir koca verir.” der. Sonra da düzeltir. “Sen beni yanlış anladın.
Artık anne olmak istiyorum. Yoksa bir erkek benim neyime lazım. Allaha şükür
işim gücüm var benim.” (s.81) Aynı durum teyze İfeta ’da da vardır. O da anne
olmak için bir erkeğe ihtiyaç duyduğunu söyler. Bu düşüncesini şu sözlerle dile
getirir. “İlkel kadınlar böyle bir şey
işte. Önce erkeği istiyorsun, sonra da ondan olacak çocuğu. En sonunda da delicesine
sevdiğin adamı, kucağına aldığın çocuğa değişi veriyorsun.” (s.82) Demek ki
bütün bu bakış açıları ilkel kadınlara özgüdür. Roman bunu kabul eder ancak,
modern tavrın ne olduğu konusunda bilgi vermez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder