Roman karakterlerinin söylemlerine bakıldığında dindar ve
gelenekçi kişiler olduğu kolayca fark ediliyor. Bu konu roman açısından önemli…
Dini içerikli bazı kelimeler özellikle vurgulanıyor. Sık sık "İnşallah,
maşallah, Allaha emanet" gibi sözcüklere yer veriliyor. Din eksenli dizi
filmlerde de bu vardır. Bu dizilerde çocuk babasından bir şey yapmasını ister
örneğin. Babanın cevabı şöyle olur. "Namazımı kılayım ondan sonra" Ya
da "Hacca gidelim gelelim ondan sonra" gibi… Bu anlayışı romanda da
görüyoruz. Örneğin, "Ayşa’nın kumral saçları her zaman bir eşarpla bağlıydı.”
(s.40) Burada başörtüsüne dikkat çekiliyor. Müslümanlık sembolü olarak
kullanılıyor.
Başka bir yerde baba kızına derslerin nasıl diye sorar.
Suada’ın cevabı şöyledir. “Maşallah çok iyi babacığım” (s.78) Şu cümlede aynı
mantıkla ele alınmış: “Allah sizi bir yastıkta kocatsın, hayırlı çocuklar
doğurmanızı nasip etsin” (s.45) Romanda böyle cümleler kullanılmaz diye bir şey
yok. Söylediğimiz şey bu cümlelerin sırıtıyor olması. Özellikle kullanılmış
gibi durması. Karakterleri başka bir kimliğe büründürmeye çalışmanın bir sonucu.
Baba kızı Ayşa için şöyle der. “Maşallah pita (pide gibi bir yiyecek) işini
tutturdu.” (s.111) Ortada önemli bir durum yokken, inşallah, maşallah,
hayırlısı gibi sözcükler kendini göstermek istercesine dile gelir. Suada babasına durduk yerde şöyle der. “Allah
size hayırsız evlat vereceğine, hayırlı ve bir o kadar da çalışkan kızlar
vermiş.” Babanın cevabı: “ Ben imanlı bir Müslümanım. Allahın bana verdiklerini hiçbir zaman
sorgulamadım. Üçünüzü de çok seviyorum.” (s.111) Baba geçmişte oğlan evladım
olsaydı diye yakınmamış ki… Baba, kız arasında neden böyle bir diyalog geçiyor?
Benzer durum, Ayşa’nın düğünü sırasında yaşanıyor. “ … Bu gençleri bir kez de Allahın huzurunda
dini nikâhla birleştirelim”(s.86) deniyor.
Baba, daha sonra tutsak alınanlar arasında karşımıza
çıkartır. Bir gün kapta bir ses duyulur. Biri ezan okumaktadır. Suada sesin
sahibini tanır. "Babamın sesi" der. Aralarında kısa bir konuşma
geçer. Babanın kızına tavsiyesi şudur. "Her gün Allaha sığın, ona dua et.
Allah bize bir kurtuluş kapısı açacaktır elbet.” (s.251) Ayrıca romanda ezan
metninin tamamına yer verilmiştir. Şiir gibi alt alta yazılmıştır. Bu kadar
ayrıntıya gerek var mıydı?
Aslında Bosna’da farklı bir Müslümanlık yaşanmaktadır. Bu Müslümanlık, Ortadoğu Müslümanlığına
benzemez. Türkiye'deki Müslümanlık nasıl ki İran'daki Müslümanlığa
benzemiyorsa, Bosna'daki Müslümanlık da Türkiye'dekine benzemez. Ama roman bunu
benzetmek istemiş. Anlatılan karakterler aslında Türk karakterler gibi. Türkiye
Müslümanlığı üzerinden Bosna anlatılıyor. Örneğin Türkiye'de muhafazakâr bir
ailenin şarapla akşam yemeği yemesini düşünemeyiz. Romandan anlıyoruz ki
Bosnalı Müslümanlar bunu yapıyor. Tarık, Suada ile evli bile değilken aile
şaraplı akşam yemeği yiyor." Teyze elinde şarapla şöyle der: “Hadi kadehimizi
şimdi havaya kaldıralım.
("havaya" sözcüğü olmamış. Gerek yoktu.)Kim bilir belki yakın
bir gelecekte şarap içmeye bile hasret kalacağız, şerefe…” (s.104)
Bu kültür, sosyalizm zamanında gelişmiş olabilir. Başka
türlü olamaz. Bosna halkı yıllarca sosyalizm ve Batı ile daha sıkı ilişkiler
içinde bulundu. Gelenekçi yapı bu yüzden
esnemiş olmalı. Roman aslında, bir Türk tarafından Çin üzerine yazılmış
gibi… Bu yüzden karakterler oturmuş
karakterler değil. Kısaca, Türkiye kültürü, acele bir şekilde Bosnalı bir
aileye aktarılıyor. Giysi gibi üzerine geçiriliyor. Bu giysi Bosnalı Müslüman
ailenin üzerinde iyi durmamış. Bir de şu olmuş. Bu giysinin altında bir giysi
daha görünüyor. Bosna'nın asıl kıyafeti bazen bir sofrada şarap olarak
karşımıza çıkıyor. Bazen de “Biz görücü usulü ile evlenmeyiz, sevişerek
evleniriz, akraba evliliği de yapmayız,” şeklinde kendini gösteriyor. (s. 115)
Anne bir yerde şöyle konuşur. “Ben de babanızla sevişerek evlenmiştim. Ama
babanızdan ilgiyi alakayı hiç eksik etmedim.” (s.114)
Bosnalı kadınların muhafazakâr giyimden yana olmadıklarını
da romandan anlıyoruz. Suada bir yerde şöyle diyecektir: “ Saraybosna’da her
şey değişti ama kadınlar süslerinden asla vazgeçmediler. Savaşı dudaklarına
sürdükleri rujlarla protesto ediyorlar.” (s.296) Yani kimse tekbir getirmiyor,
ya da biz kadınız, Müslüman kadın evinde oturur, sokağa çıkamayız, demiyorlar.
Tepkilerini daha çok kapanarak da göstermiyorlar. Aksine giyiniyorlar, makyaj
yapıyorlar. Karşı tarafı dik duruşlarıyla protesto ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder