Bu Blogda Ara

1 Ekim 2015 Perşembe

İNCİR KUŞLARI ROMANINDA DİN

Roman karakterlerinin söylemlerine bakıldığında dindar ve gelenekçi kişiler olduğu kolayca fark ediliyor. Bu konu roman açısından önemli… Dini içerikli bazı kelimeler özellikle vurgulanıyor. Sık sık "İnşallah, maşallah, Allaha emanet" gibi sözcüklere yer veriliyor. Din eksenli dizi filmlerde de bu vardır. Bu dizilerde çocuk babasından bir şey yapmasını ister örneğin. Babanın cevabı şöyle olur. "Namazımı kılayım ondan sonra" Ya da "Hacca gidelim gelelim ondan sonra" gibi… Bu anlayışı romanda da görüyoruz. Örneğin, "Ayşa’nın kumral saçları her zaman bir eşarpla bağlıydı.” (s.40) Burada başörtüsüne dikkat çekiliyor. Müslümanlık sembolü olarak kullanılıyor.
Başka bir yerde baba kızına derslerin nasıl diye sorar. Suada’ın cevabı şöyledir. “Maşallah çok iyi babacığım” (s.78) Şu cümlede aynı mantıkla ele alınmış: “Allah sizi bir yastıkta kocatsın, hayırlı çocuklar doğurmanızı nasip etsin” (s.45) Romanda böyle cümleler kullanılmaz diye bir şey yok. Söylediğimiz şey bu cümlelerin sırıtıyor olması. Özellikle kullanılmış gibi durması. Karakterleri başka bir kimliğe büründürmeye çalışmanın bir sonucu. Baba kızı Ayşa için şöyle der. “Maşallah pita (pide gibi bir yiyecek) işini tutturdu.” (s.111) Ortada önemli bir durum yokken, inşallah, maşallah, hayırlısı gibi sözcükler kendini göstermek istercesine dile gelir.  Suada babasına durduk yerde şöyle der. “Allah size hayırsız evlat vereceğine, hayırlı ve bir o kadar da çalışkan kızlar vermiş.” Babanın cevabı: “ Ben imanlı bir Müslümanım.  Allahın bana verdiklerini hiçbir zaman sorgulamadım. Üçünüzü de çok seviyorum.” (s.111) Baba geçmişte oğlan evladım olsaydı diye yakınmamış ki… Baba, kız arasında neden böyle bir diyalog geçiyor? Benzer durum, Ayşa’nın düğünü sırasında yaşanıyor.  “ … Bu gençleri bir kez de Allahın huzurunda dini nikâhla birleştirelim”(s.86) deniyor.
Baba, daha sonra tutsak alınanlar arasında karşımıza çıkartır. Bir gün kapta bir ses duyulur. Biri ezan okumaktadır. Suada sesin sahibini tanır. "Babamın sesi" der. Aralarında kısa bir konuşma geçer. Babanın kızına tavsiyesi şudur. "Her gün Allaha sığın, ona dua et. Allah bize bir kurtuluş kapısı açacaktır elbet.” (s.251) Ayrıca romanda ezan metninin tamamına yer verilmiştir. Şiir gibi alt alta yazılmıştır. Bu kadar ayrıntıya gerek var mıydı?
Aslında Bosna’da farklı bir Müslümanlık yaşanmaktadır.  Bu Müslümanlık, Ortadoğu Müslümanlığına benzemez. Türkiye'deki Müslümanlık nasıl ki İran'daki Müslümanlığa benzemiyorsa, Bosna'daki Müslümanlık da Türkiye'dekine benzemez. Ama roman bunu benzetmek istemiş. Anlatılan karakterler aslında Türk karakterler gibi. Türkiye Müslümanlığı üzerinden Bosna anlatılıyor. Örneğin Türkiye'de muhafazakâr bir ailenin şarapla akşam yemeği yemesini düşünemeyiz. Romandan anlıyoruz ki Bosnalı Müslümanlar bunu yapıyor. Tarık, Suada ile evli bile değilken aile şaraplı akşam yemeği yiyor." Teyze elinde şarapla şöyle der: “Hadi kadehimizi şimdi havaya kaldıralım.  ("havaya" sözcüğü olmamış. Gerek yoktu.)Kim bilir belki yakın bir gelecekte şarap içmeye bile hasret kalacağız, şerefe…” (s.104)
Bu kültür, sosyalizm zamanında gelişmiş olabilir. Başka türlü olamaz. Bosna halkı yıllarca sosyalizm ve Batı ile daha sıkı ilişkiler içinde bulundu.  Gelenekçi yapı bu yüzden esnemiş olmalı. Roman aslında, bir Türk tarafından Çin üzerine yazılmış gibi…  Bu yüzden karakterler oturmuş karakterler değil. Kısaca, Türkiye kültürü, acele bir şekilde Bosnalı bir aileye aktarılıyor. Giysi gibi üzerine geçiriliyor. Bu giysi Bosnalı Müslüman ailenin üzerinde iyi durmamış. Bir de şu olmuş. Bu giysinin altında bir giysi daha görünüyor. Bosna'nın asıl kıyafeti bazen bir sofrada şarap olarak karşımıza çıkıyor. Bazen de “Biz görücü usulü ile evlenmeyiz, sevişerek evleniriz, akraba evliliği de yapmayız,” şeklinde kendini gösteriyor. (s. 115) Anne bir yerde şöyle konuşur. “Ben de babanızla sevişerek evlenmiştim. Ama babanızdan ilgiyi alakayı hiç eksik etmedim.” (s.114) 

Bosnalı kadınların muhafazakâr giyimden yana olmadıklarını da romandan anlıyoruz. Suada bir yerde şöyle diyecektir: “ Saraybosna’da her şey değişti ama kadınlar süslerinden asla vazgeçmediler. Savaşı dudaklarına sürdükleri rujlarla protesto ediyorlar.” (s.296) Yani kimse tekbir getirmiyor, ya da biz kadınız, Müslüman kadın evinde oturur, sokağa çıkamayız, demiyorlar. Tepkilerini daha çok kapanarak da göstermiyorlar. Aksine giyiniyorlar, makyaj yapıyorlar. Karşı tarafı dik duruşlarıyla protesto ediyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder