Roman, siyasetten nasıl etkileniyor? Neden roman
yazarlarının çoğu suya sabuna dokunmayan konular üzerinde duruyor? Can Manay
yerine sahte bir imam olsaydı daha gerçekçi olmaz mıydı? Neden bir bilim insana
bu kadar olumsuz özellik yüklenir? Toplum giderek bilimsellikten
uzaklaştırılırken buna ihtiyaç var mıydı? İmamları eleştirmek, bilim
insanlarını eleştirmekten daha mı zor? Toplumu (İçinde yaşadığımız ülkeyi)
psikologlar mı şekillendiriyor, imamlar mı? Bir bilim adamı da (Kuşkusuz)
kadını et parçası olarak görebilir ancak siyasal olarak kadını kim ya da kimler
üreme aracı (et parçaları) olarak görüyor, bunun için siyaset yapıyorlar? Neden
romanda bu konulara yer verilmiyor?
Bir bakıma sesli düşünüyoruz. Düşündüğümüz her şey doğru
olmayabilir. Yazar, nasıl kendi dünyasını, bakış açısını Fi romanı ile ortaya
koyduysa, bizde eleştirilerimizle kendi bakış açımızı dile getiriyoruz. Kızmaca
yok. 51 baskı yapmış bir romanı eleştirmek aslında kolay değil. Anlaşılan çok
fazla beğeneni var. Ya da bu konuda fikir öne süren çok az insan var. Değilse onların da ne düşündüklerini bilmeyi
isterdik. Hangi açıdan romanı beğeniyorlar? Romandaki iddia ile romanın içeriği
konusunda nasıl bir bağlantı kuruyorlar?
Devam edelim. Roman karakterine bakarak yazara dair elde
edebileceğimiz bilgiler var mıdır? Bir romanda ele alınan olaylar (Olaylardan
çıkardığımız bilgi… Hayata bakış açısı) yazarın düşünceleridir denebilir mi?
Bazı yazarlar (Edebiyatçılar) kendi bakış açılarının dışına çıkamazlar. Zor
olsa da bunu yapabilen yazarlar olduğunu biliyoruz. Tanımadığı yaşamları,
(Bilmediği olayları da...) iyi bir gözlemle (Araştırmayla) en iyi şekilde
anlatabilen yazarlar var. Nadir de olsa var. F romanı yazarın bildiği bir
dünyayı anlatıyor. Açıklamaları bu yönde… Okuyucunun bu dünyadan nasıl bir
mesaj çıkarması gerekiyor? Bu mesajı almadan hiç kimse “çatlama cesareti olan
tohumlara” dönüşemeyecektir.
Karakter seçimi –Karakter yaratma- neden önemlidir? Roman
karakterleri yazarın, dünya algısını daha iyi anlamamızı sağlar mı? Sağlamaya
da bilir? Roman, özgürlükçü, liberal
değerleri içselleştirmiş görünüyor. Romanda, devlet, derin devlet ilişkileri,
vahşi küresel düzenden de söz ediliyor. Ancak, konuşma içeriklerinde, bu
düzenin çok güçlü olduğu, değiştirilmesinin mümkün olamayacağı iması yapılıyor.
Bu konu, ana konu olarak değil, arada sırada ayrıntı olarak karşımıza çıkar.
Fi’den çok, Çi’de yer alır. Çi’de İnsanlar baskıcı düzene isyan etmiştir.
Aslında isyan edenler Gezi Parkı kitlesidir. Ne Gezi Parkı’ndan söz edilir, ne
de olayların detayına girilir. Neden? Gezi Parkı olaylarından söz etmek
ürkütücüdür de ondan mı? Roman, fincancı katırlarını ürkütmenin ne kadar kötü
sonuçlar doğuracağını biliyor. Bu yüzden de konuları, iktidarı rahatsız edecek
şekilde ele almamaya büyük özen gösteriyor. Soru şu: Herkes korkuyorsa bu “tohumlar”
nasıl çatlayacak?
Şu ima da romanda güçlü bir şekilde karşımıza çıkar. İsyancı
kalabalık üzerinden şu mesaj verilmektedir. Ne kadar haklı olursanız olun
kurtulamazsınız çünkü yenidünya düzeni ve onun işbirlikçileri çok güçlüdür. O
zaman “tohum” nasıl çatlayacaktır, kişisel gelişim nasıl gerçekleşecektir? Devlete
kafa tutanlar anında yok ediliyorsa, yenidünyanın kapıları nasıl aralanacaktır?
Kişisel gelişim önerisi olarak insanlara “sen bir tohum olarak kendi kendine
çatla” mı denmektedir? Zaten kendi kendine çatlayan herkes bu düzenden rahatsız
olmaktadır. Ve çoğu acı çekmektedir. Birlik olamadıklarından, örgütlü bir güce
dönüşemedikleri için acı çekmektedirler. Mutsuzluğun kaynağı, Bu “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya
hiç birimiz” anlayışının hayata geçirilememesidir.
Roman karakterlerin hemen hepsi teslimiyetçidir. Kadınlar
erkeklere (Kadın kimliğinden çok, cinsel kimliğiyle), erkekler düzene teslim
olmuştur. Deniz’i (Duru’nun sevgilisi olan Deniz’i) müzikte gösterdiği üstün
başarı bile kurtaramaz. Herkes düzenin çarkları arasında ezilip gitmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder