Bu Blogda Ara

6 Ekim 2015 Salı

Pinhan Karakterinin Düşündürdükleri

Sormaya devam edelim. Neden kişisel gelişim mesajları tekkeler, dergâhlar üzerinden aktarılır oldu? Pinhan da bunu yapıyor? Doğru şeyler dervişler üzerinden dile getiriliyor. Yani din devreye giriyor. Bu din anlayışını yürürlükteki din anlayışından ayırmak lazım. Bu dervişler yeni bir İslam anlayışından söz ediliyor. Aslında yeni değil, Mevlanaların sözünü ettiği İslam'dan söz ediliyorlar. Neden? Bunu anlamak için romanın yazıldığı dönemi de bilmek zorundayız.
2000’li yılların başına dönelim. O yıllarda siyaset yeniden şekilleniyordu. Yeni iktidarla beraber demokrasi rafa kaldırılacaktı. Aslında bunu “ileri demokrasi” adı altında yapıyorlardı. Eskiden faşizm olduğunu, demokrasinin yeri kurulduğunu dile getiriyorlardı. Algı operasyonlarıyla kitleler buna inandırılmıştı. Bir taraftan Osmanlı İmparatorluğu yeniden keşfediliyor, eski değerlere tekrar dönülüyordu. Bu bağlamda Mevlana’nın öncülüğündeki İslam anlayışı önem taşıyordu. Yobaz din anlayışı yerleştirilirken bu kez Mevlana'yı keşfetmişlerdi. Bunun için Tasavvuf anlayışından yararlanıyorlardı. İleri demokrasiden neyi anlıyorlarsa dinden de onunu anlıyorlardı. Bütün değerleri kullanarak sivil faşizmi yerleştirmeye çalışıyorlardı.
Hatta Birleşmiş Milletler Örgütü 2007 yılını “Mevlana Yılı” ilan etmişti. Bağnazlıktan, hoşgörüsüzlükten kurtulamayan Ortadoğu ülkelerine Mevlana kültürünün örnek olması isteniyordu. Ama olmuyordu. Yalnızca Mevlana değil ki, Hazreti Muhammet bile örnek olamaz hale gelmişti. Kuran’dan ilham almayanların Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilham alacağı iddiası işe yaramayacaktı. Aksine, Ortadoğu’nun en demokrat ülkesi Türkiye bile bağnaz bir yola sürüklenecekti.  Daha iyi bir demokrasi için tarihinizle, İslam’la barışmanız gerekiyor diyenler işleri daha da karıştıracaktı.
Bu durum edebiyata da yansıdı. Aynı yıllarda Mevlana’yı ve Mevlana dönemini anlatan yazarların sayısında hızlı bir artış oldu. Aslında kimse Osmanlı'ya, İslam'a küsmüş değildi. Nedense durduk yerde böyle bir iddia ortaya atılmıştı. Durmadan tarihinizle yüzleşeceksiniz, İslam’la barışacaksınız diyerek ne yapmaya çalışıyorlardı?  Tarihimizle yüzleştiğimizde aslında katliamcı bir millet olduğumuz da ortaya çıkacaktı. 2015 olaylarının suçlusu olduğumuz unutulmamalıydı. Demokrasimizin gelişmesi buna bağlıydı. Kaldı ki, Türk diye bir millet de yoktu. Bütün milliyetçilikleri ayaklar altına aldığını söyleyen bir iktidar iş başına gelmişti. İktidar, Batılı siyasetçilerin söylediği her şeyi yapılıyor ama demokrasi yine de gelişmiyordu. Aksine, iyi kötü var olan hukuk düzeninden bile eser kalmamıştı.
Mevlana’nın yeniden keşfedilmesi işinde de bir gariplik vardı. Mevlana’yı unutanlar cumhuriyetçiler değil, aslında  “Demokrasi trendir, istediğimiz zaman biner, istediğimiz zaman ineriz,” diyenlerdi.  Demokrasi İslam dışıdır, Batı’nın uydurmasıdır diyenler, bir taraftan Batılı gibi konuşuyor, bir taraftan da laik düzenin altını oyuyordu. Cumhuriyet döneminde halklar hiçbir zaman birbirine düşman olmamıştı. Alevi- Sünni, Kürt-Türk herkes bir arada kardeşçe yaşayabiliyordu. Toplum her anlamda kaynaşmıştı. Yeter ki siyasetçiler, para babaları gölge etmesin, devleti yönetenler, din, dil ayrımı yapmadan herkese eşit mesafede durabilsindi.
Devlet görevini yapmıyor, dışarı kaynaklı güçler de halklar arasındaki kaynaşmanın yapay olduğu söyleniyordu. Aslında kimse (Atatürk de dahil) halkların kimliklerini unutarak, tek bir millet (Pinhan da bu anlamda tekçiliğe karşıdır) olmasını istememişti. Bunu isteyenler Atatürk’ten sonraki iktidardı. Daha sağlıklı bir demokrasi kurulduğunda çok kültürlü olmanın kimseye zararı olmayacaktı. Devlet gücünü ele geçirenler tarafsızlık ilkesi içinde ülkeyi yönetemiyordu. Çağdaş demokrasinin bu millete bol geldiğini söyleyenler ülkeyi yönetmeye başlamıştı. Bunlar, Ermeni, Rum… Aramızda başka kültürden hiç kimse kalmasın istiyorlardı. Kürtlerin bile özgürce siyaset yapabilmesi ileride sorun oluşturacaktı. Demokrasi doğru düzgün çalışa bilseydi aslında etnik siyasete de gerek kalmayacaktı.
Böyle bir ortamda Mevlana’dan söz edilmesi aslında iyi bir gelişmeydi. Ne var ki sorunu yaratanlarla, sorunu çözmeye çalışıyormuş gibi yapanlar aynı kişilerdi. Mevlana üzerinden kişilik gelişimi dersleri vermekte hiçbir sorun yoktu. Pinhan romanıyla yapılanlar başka romanlarla da yapılmıştı. Sorun, tarihi ve dini alandan çıkıldığında başlıyordu. Yeni edebiyatın alanı buraya kadardı. Devleti, dini ve yenidünya düzenini sorgulayan romanlar tehlikeliydi. Sosyalist ya da çağ gerçeklerine bilimsel bakabilen karakterlerin devri kapanmıştı. Bundan sonra hayata din üzerinden bakılacak, mesajlar din üzerinden verilecekti. İlerici ya da gerici bütün yazarlar bu kanala doğru sürüklenmişti. Malzeme tarih olacak ama tarihin nasıl ele alınacağı yazarının bileceği işti.

Pinhan, tarihi malzemeyi ilerici bir anlayışla yoğuran bir roman olarak karşımıza çıkıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder