Sormaya devam edelim. Neden kişisel gelişim mesajları tekkeler,
dergâhlar üzerinden aktarılır oldu? Pinhan da bunu yapıyor? Doğru şeyler
dervişler üzerinden dile getiriliyor. Yani din devreye giriyor. Bu din
anlayışını yürürlükteki din anlayışından ayırmak lazım. Bu dervişler yeni bir
İslam anlayışından söz ediliyor. Aslında yeni değil, Mevlanaların sözünü ettiği
İslam'dan söz ediliyorlar. Neden? Bunu anlamak için romanın yazıldığı dönemi de
bilmek zorundayız.
2000’li yılların başına dönelim. O yıllarda siyaset yeniden
şekilleniyordu. Yeni iktidarla beraber demokrasi rafa kaldırılacaktı. Aslında
bunu “ileri demokrasi” adı altında yapıyorlardı. Eskiden faşizm olduğunu,
demokrasinin yeri kurulduğunu dile getiriyorlardı. Algı operasyonlarıyla
kitleler buna inandırılmıştı. Bir taraftan Osmanlı İmparatorluğu yeniden
keşfediliyor, eski değerlere tekrar dönülüyordu. Bu bağlamda Mevlana’nın
öncülüğündeki İslam anlayışı önem taşıyordu. Yobaz din anlayışı
yerleştirilirken bu kez Mevlana'yı keşfetmişlerdi. Bunun için Tasavvuf
anlayışından yararlanıyorlardı. İleri demokrasiden neyi anlıyorlarsa dinden de
onunu anlıyorlardı. Bütün değerleri kullanarak sivil faşizmi yerleştirmeye
çalışıyorlardı.
Hatta Birleşmiş Milletler Örgütü 2007 yılını “Mevlana Yılı”
ilan etmişti. Bağnazlıktan, hoşgörüsüzlükten kurtulamayan Ortadoğu ülkelerine
Mevlana kültürünün örnek olması isteniyordu. Ama olmuyordu. Yalnızca Mevlana
değil ki, Hazreti Muhammet bile örnek olamaz hale gelmişti. Kuran’dan ilham
almayanların Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilham alacağı iddiası işe
yaramayacaktı. Aksine, Ortadoğu’nun en demokrat ülkesi Türkiye bile bağnaz bir
yola sürüklenecekti. Daha iyi bir
demokrasi için tarihinizle, İslam’la barışmanız gerekiyor diyenler işleri daha
da karıştıracaktı.
Bu durum edebiyata da yansıdı. Aynı yıllarda Mevlana’yı ve
Mevlana dönemini anlatan yazarların sayısında hızlı bir artış oldu. Aslında
kimse Osmanlı'ya, İslam'a küsmüş değildi. Nedense durduk yerde böyle bir iddia
ortaya atılmıştı. Durmadan tarihinizle yüzleşeceksiniz, İslam’la barışacaksınız
diyerek ne yapmaya çalışıyorlardı? Tarihimizle
yüzleştiğimizde aslında katliamcı bir millet olduğumuz da ortaya çıkacaktı.
2015 olaylarının suçlusu olduğumuz unutulmamalıydı. Demokrasimizin gelişmesi buna
bağlıydı. Kaldı ki, Türk diye bir millet de yoktu. Bütün milliyetçilikleri
ayaklar altına aldığını söyleyen bir iktidar iş başına gelmişti. İktidar,
Batılı siyasetçilerin söylediği her şeyi yapılıyor ama demokrasi yine de
gelişmiyordu. Aksine, iyi kötü var olan hukuk düzeninden bile eser kalmamıştı.
Mevlana’nın yeniden keşfedilmesi işinde de bir gariplik
vardı. Mevlana’yı unutanlar cumhuriyetçiler değil, aslında “Demokrasi trendir, istediğimiz zaman biner,
istediğimiz zaman ineriz,” diyenlerdi.
Demokrasi İslam dışıdır, Batı’nın uydurmasıdır diyenler, bir taraftan
Batılı gibi konuşuyor, bir taraftan da laik düzenin altını oyuyordu. Cumhuriyet
döneminde halklar hiçbir zaman birbirine düşman olmamıştı. Alevi- Sünni,
Kürt-Türk herkes bir arada kardeşçe yaşayabiliyordu. Toplum her anlamda
kaynaşmıştı. Yeter ki siyasetçiler, para babaları gölge etmesin, devleti
yönetenler, din, dil ayrımı yapmadan herkese eşit mesafede durabilsindi.
Devlet görevini yapmıyor, dışarı kaynaklı güçler de halklar
arasındaki kaynaşmanın yapay olduğu söyleniyordu. Aslında kimse (Atatürk de
dahil) halkların kimliklerini unutarak, tek bir millet (Pinhan da bu anlamda
tekçiliğe karşıdır) olmasını istememişti. Bunu isteyenler Atatürk’ten sonraki
iktidardı. Daha sağlıklı bir demokrasi kurulduğunda çok kültürlü olmanın
kimseye zararı olmayacaktı. Devlet gücünü ele geçirenler tarafsızlık ilkesi içinde
ülkeyi yönetemiyordu. Çağdaş demokrasinin bu millete bol geldiğini söyleyenler ülkeyi
yönetmeye başlamıştı. Bunlar, Ermeni, Rum… Aramızda başka kültürden hiç kimse
kalmasın istiyorlardı. Kürtlerin bile özgürce siyaset yapabilmesi ileride sorun
oluşturacaktı. Demokrasi doğru düzgün çalışa bilseydi aslında etnik siyasete de
gerek kalmayacaktı.
Böyle bir ortamda Mevlana’dan söz edilmesi aslında iyi bir
gelişmeydi. Ne var ki sorunu yaratanlarla, sorunu çözmeye çalışıyormuş gibi
yapanlar aynı kişilerdi. Mevlana üzerinden kişilik gelişimi dersleri vermekte
hiçbir sorun yoktu. Pinhan romanıyla yapılanlar başka romanlarla da yapılmıştı.
Sorun, tarihi ve dini alandan çıkıldığında başlıyordu. Yeni edebiyatın alanı
buraya kadardı. Devleti, dini ve yenidünya düzenini sorgulayan romanlar
tehlikeliydi. Sosyalist ya da çağ gerçeklerine bilimsel bakabilen karakterlerin
devri kapanmıştı. Bundan sonra hayata din üzerinden bakılacak, mesajlar din
üzerinden verilecekti. İlerici ya da gerici bütün yazarlar bu kanala doğru
sürüklenmişti. Malzeme tarih olacak ama tarihin nasıl ele alınacağı yazarının
bileceği işti.
Pinhan, tarihi malzemeyi ilerici bir anlayışla yoğuran bir
roman olarak karşımıza çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder